Eğitim alanı bizde, hiç değilse Tanzimat’tan beri Devlet
açısından temel bir sorun olarak tam kavranılmış olmasa bile,
önemli ölçüde algılanmıştır, denebilir. Bu çerçevede hemen her
siyasi iktidar, özellikle kamuoyu ilgisi düzeyinde iş yapar
görünmek için olsa bile eğitim alanına hamlede bulunmayı yararlı
görmüştür. Doğrusu, tıpkı sağlık, hukuk alanlarında olduğu gibi
eğitim alanı da “ağzı olan konuşur” alanı sayıla gelmiştir. Yeni
müfredat değişimi dolayısıyla bu alan bir kez daha açılmıştır. Bir
echelü cahilin “matematik” kıyaslaması, eğitim ve bilgi konusunda
ne düzeyde olunduğunun acı bir göstergesi sayılmalıdır. Fakat bu
tartışmalara girmeden, daha önce yayınlanmış aşağıdaki yazıyı
alıntılama gereği duydum.
“Genel olarak bilginin ittifak olunmuş tanımı şöyledir: Özne ile
nesne arasında kurulan ilişkinin sonucunda elde edilen üründür.
Özneden anlaşılması gereken insandır. Nesnenin tanımı bu kadar
basit ve kolay değildir. İlk elden fiziki varlıklar, cisimler birer
nesnedir. Buna karşılık felsefe fiziki varlıkla, cisimle yetinmez;
“varlık” kavramı içerisine bunların yanında, fiziki varlık tanımı
kapsamına dâhil edilmeyen varlıkları da katar. Metafizik denilen
alanı itibariyle, Tanrı’yı ve ruhu da varlık olarak kavrar ve ele
alıp inceler. Benzer şekilde psikolojinin bilim kimliği kazanmasını
sağlayan ruh konusu da bir olgu olarak ortaya çıkar. Bu bakımdan
nesne kendi içinde ideal, ruhsal ve tarihi olarak ayrıma tabi
tutulur. Öte yandan özne olan insan, bilginin ve bilimin, aynı
zamanda düşüncenin inceleme konusu olduğunda “nesne” olarak ele
alınmak durumundadır. Fakat bu halde insan, diğer nesnelerden
farklı olarak incelenmeyi gerektirmektedir. Çünkü insan iradeye de
sahip bir varlık olması itibariyle, üzerinde yapılan herhangi bir
inceleme ya da araştırmaya karşı direnir. İsteklerini, duygularını,
iradesini vb hemen araştırmacıya teslim etmez.