Zaman zaman çeşitli 'meslek büyükleri' ile farklı ortamlarda
karşılaşıyoruz. Muhabbet koyulaşıp derinleşince 'o eski güzel
günlerden' bahsediyorlar.
Anılar denizinde yüzmeye başlıyoruz. Sahilden uzaklaştıkça aynı
duyguya kapılıyorum: Bu ülkede gazetecilik silah olarak
kullanılmış.
Ballandıra ballandıra geçmişte yaptıkları muzırlıkları
anlatıyorlar. Matbuatın gücünü kullanarak filancaya nasıl had
bildirdiklerini, falancanın canını nasıl sıktıklarını ya da
yaktıklarını açıklıyorlar.
Mevzu kamu yararı mı derseniz... Genellikle değil. Birtakım şahsi
ya da özel çıkarlar, çekişmeler...
Yani, o meşhur deyişle: Şecaat arz etmeye çalışırken sirkatin
söylüyorlar.
Üzücü olan, yaptıklarının yanlış olduğunun farkında değiller.
Ya da umursamıyorlar...
Bütün bu konuşmaların neticede günümüz medyasındaki birtakım
eksiklik ve aksaklıklara dayanıp 'Ah ah! Bizim zamanımızda böyle
miydi' yakınmalarına bağlanması da elbette yaman bir çelişki.
Ahiler meslek ahlakına büyük önem verirlerdir. Hatalı, çürük mal yapanları önce hesaba çeker, sonra da cezalandırırlardı.
Bu cezalardan biri de teşhir etmekti.
Bir meslek erbabı, diyelim ki bir ayakkabı ustası, kalitesiz, kötü bir pabuç üretir ve müşterisini mağdur ederse, yaptığı o ayakkabı dükkânının çatısına herkesin göreceği şekilde asılır ve sergilenirdi.
Damdaki pabucu görenlerin ayağı o dükkândan kesilir, alışveriş azalır, itibar kaybedilirdi. *** Her şey olup rezil olamadığınız medyamızda da böyle bir anlayışa ihtiyaç var.
Onlarca yalan ya da yanlış haber yaptığı halde halen gazeteciyim diye aramızda dolaşan sözüm ona meslektaşlarımız...