Türkiye’nin güneydoğu sınırında ve Ortadoğu’da dinmeyen sorunlar var. Dünyanın neresine bakarsanız bakın etnik çatışmalar görülüyor. Küresel güçler bu etnik ayrışmalar üzerinden böl-yönet politikasıyla dünyanın belli bölgelerini yönetme mücadelesi içinde. Ulus-devlet meşruiyeti adı altında etnik milliyetçilik körükleniyor. Bu döngü 19.yy’dan beri dünyada huzursuzlukların kaynağı oldu.
20 yy.’a girerken, dünyada 20 civarında siyasal güç vardı. Bugün
250’yi aştı ama bu ulus-devletlerin ne kadarı kendi topraklarında
muktedir, orası tartışılır. Ortadoğu’daki Arap ülkelerinin
birbirine çok benzeyen bayraklarına bakınca, hepsinin tek bir
İngiliz tasarımcının elinden çıkmış olduğu görülür.
Ulus-devletin ortaya çıkışını sağlayan şartlar, coğrafi keşiflere
dayanır. Coğrafi keşiflerle elde edilen yeni kaynaklar,
burjuvazinin daha çok kazanma iştahı ile daha çok üretip, daha çok
tüketme döngüsünü ortaya çıkardı. Ve elbette üretilen malın güvenli
biçimde yeni pazarlara açılması gerekiyordu. Bu nedenle, yeni bir
siyasal zemine ihtiyaç duyuldu. Zira kendi mülkünün siyaseten de
patronu olan baronlar, lortlar, feodal beyler ve kralların etkin
olduğu bir siyasal yapılanma içinde böylesi bir serbest piyasa
ekonomisi yürütmek mümkün değildi. Ekonomik üretim ve pazarlamanın
güven içinde yapılabilmesi için, yeni devlet yapılanması askeri bir
güce de dayandırıldı. Gelişiminde kapitalizmin belirleyici olduğu,
yapı ve işleyişinde burjuvazinin etkin olduğu, askeri güce dayanan
ulus-devletlerin kuruluş süreci, dünyanın her yerinde farklı
şekillerde gerçekleşti. Kıta Avrupa’sında devrimci bir şekilde kısa
sürede gerçekleşirken, diğer ülkelerde zamana yayılarak gelişti.
Burjuvazisi olmayan toplumlarda ise, ‘hayali cemaatler/uluslar’
yaratıldı.
‘Ortak dil, ortak kader ve ortak bir soy’ bu yeni siyasal ve
ekonomik sistemin belli coğrafi sınırlar içinde duygusal alanını
oluşturdu. Marşlar, vatanseverlik metinleri, yeni haritalar ve
müzeler gibi bu duyguyu besleyecek kurumsal aygıtlar ulus-devletin
psikolojik zeminini oluşturdu.