Lacivert adlı öykü kitabımdan, değişen bayramlara dair naif bir
hikaye; Çanta (2011-Şule Yayınları)
‘Boyumu aşan o dev çantanın, hayatımda benim olan bütün çantalardan
daha değerli olacağını o gün ben de bilmiyordum. Eğer o çanta benim
olursa, içimdeki neşe, dünyanın en kuytu köşelerinde bile mutluluk
rüzgârları estirecekti. Aksi halde çocuk olmanın bütün güzelliği,
“sana göre değil” sözünün dalgalandığı denizde boğulup
gidecekti.
Beş-altı yaşlarındaydım. Bir bayram arefesinde, loş bir tuhafiye dükkânında kuruldu ayrıntıların tahtı hayatıma. Annemle çarşıya gitmiştik. Şekerci Hasan Amca’nın kavrulmuş lokumlarından alacak, bayramda bizimle olacak kuzenlerime hediyeler beğenecek ve son iftara yetişmek üzere acele eve koşacaktık. Çarşının çok kalabalık olduğunu annemin elimi sıkıca kavrayışından hatırlıyorum. Sıkılmaktan birbirine yapışan parmaklarım, naftalin kokan tuhafiye dükkânında serbest bırakıldığında uzun süre uyuşukluktan kurtulamamıştı.
O ışıksız dükkândaki en büyük eşya, tuhafiyeye adını veren bir kanarya kafesi idi. Geride kalan her şey, ancak bir bütünün parçası olduğunda kıymet kazanan şeylerdi; düğmeler, kemerler, iğneler, iplikler... Annem, çantasından çıkardığı kırmızı bayramlık elbiseyi tuhafiyenin emektar tezgâhtarına uzattı. Elbiseye düğme beğenecektik. Raftan onlarca düğme indirildi; biri iliğe büyük geldi, birinin rengi uymadı, birini annem beğenmedi. Sonunda uğur böcekli beş düğme, dondurma külahına benzer kâğıt bir ruloya sarılarak elime tutuşturuldu. İki tane de kirazlı toka eklendi yanına.