Elimde kumanda, durmadan zaplıyorum..
Her zapladıkça da öfkeden çıldırıyor, kahroluyorum.. Üstelik bunun
böyle olduğunu bile bile kahroluyorum..
Çünkü 78 yaşıma rağmen içimdeki gazetecilik ateşi kaynıyor..
1957'de nerdeyse sıfır imkânla (Menderes hem tek telefonumuzu, hem
de tek haber kaynağımız Anadolu Ajansı'nı kestirmişti.) geçin
eksiksiz gazeteyi, öbür gazeteleri atlatacak haberle çıkmak için
çırpınırdık.
Genel Yayın Müdürümüz, nurlar içinde yatsın "Bu meslekte özür
yoktur. Bu meslek, eksiksiz gazete çıkarma azim ve heyecanında
olanların işidir. Bu heyecanınız yoksa, yol yakınken kendinize
başka iş bulun" diyen, her sabah gazeteyi satır satır okuyup, eksik
ve hatalar için acımasız fırçalar atan Cihat Baban'dı.
Bir haber bizde olmasın, kıyamet kopardı o sabah.. Biz bir haber
atlattığımız zaman da bayram havası yaşanırdı.
Yıl 1957.. Ayda 40 lira, yani 4 dolar maaşla çalıştığım Yeni Gün
gazetesinden söz ediyorum. Müessese Müdürünün tek işi vardı. Ertesi
gün basılacak gazetenin kâğıdını satın alacak parayı bulmak, benim
aylık 40 lirayı değil.. Öyle masraftı, servisti, hikâye.. İş sabaha
karşı biterdi.. Basılan gazeteyi cebimize koyar, Ulus'tan,
Yenişehir'deki evlerimize kadar Ankara'nın 20 santim karı,
sıfıraltı 10 derece soğuğunda yürür, sabah gene de erken kalkıp,
okula, Mekteb-i Mülkiye'ye giderdik..
Bunların hepsini nasıl yapardık, hem de hiç şikâyet etmeden.. Hem
de nasıl coşkuyla..
Çünkü içimizde "Heyecan" vardı.
Gazetecilik, heyecan demektir dostlar..
Yoksa o heyecan, bu meslek yapılmaz..
Bunları niye anlatıyorum..