Kendime ilke edindim, sohbete gittiğim liseler ve
üniversitelerde gençlere de hep söyledim..
"Sürüden ayrılanı kurt kapar. Ama ayrılmayan da hayat boyu 'Koyun'
olarak yaşar!." Bugün bir şeyler başardıysam, sürüden ayrılma
cesaretim sayesindedir.
"Hıncal herkesin yazdığından başkasını yazar" denmesinin sebebi
budur.
Haksız ithamdır aslında. Ben herkesin yazdığından başkasını yazmam.
Ben herkesin olmasa da çok kişinin düşünüp de "Ne olur, ne olmaz"
diye yazmaya cesaret edemediklerini yazarım. Fark yaratan, beni
farklı yapan da odur.
Başarı, fark yaratmayı göze alanlarındır.
Koyunların değil..
Bir gün Richard Bach'ın Martı'sını buldum. Bir nefeste okudum.
Köşemde yazdım. Baskı üstüne baskı yaptı.. Binler okudu..
"Martı Jonathan Livingston", bir martının
kendini aşarak martı sürüsünden sıyrılma
ve özgürlüğe ulaşma mücadelesini anlatır.
Martı Jonathan, sadece karnını doyurmak için
uçmuyordu. Yeteneklerini zorluyor ve yaşamın
mükemmelliğini anlamaya çalışıyordu.
Tüm gününü daha hızlı ve mükemmel uçmak
için sürüden ayrı çalışarak geçiriyordu.
Bu tutkusu yüzünden sürüden atıldı, yalnızlığa
mahkum edildi ama bu onun umurunda
değildi. Çünkü sınırlarını genişlettikçe,
imkansızı başardıkça hayat onun için daha da
anlam kazanıyordu." Yani ister yerde yürüyün,
ister havada uçun, fark yaratmazsanız, binlerce koyun, binlerce
martıdan biri olarak kalır, binlercesinden biri olarak da
gidersiniz.
Öyle gidersiniz ki, yok olduğunuzda sürüden birinin eksildiğinin
bile farkına varılmaz.
Şimdi bunları niye yazdım?.
Barış Pınarı Harekatı'nın başladığı çarşamba akşamı, bütün haber
kanalları tüm ekrana kalın kırmızı çerçeve attılar..
Tepe, alta, ya da yana yukardan aşağı "Son Dakika" yazdılar.. Alt
yazı kırmızı..
Tamam!. Doğru..
Ama, perşembe, cuma geçti.
Cumartesi.. Hâlâ Kırmızı.. Hâlâ Son Dakika.. Hepsi.. İçlerinde son
dakika haberi de var gerçekten. Yeni bir haber. Yeni gelişme..
Önemli biri konuşmuş.. Ama üç günden beri ekranlar kırmızı, üç
günden beri olanların hepsi ayni kırmızı alt yazıda tekrar tekrar
geçtiği için, hangisi yeni, hangisi bayat onu ayırma imkanı bile
yok. Son dakikadaki önemli bir gelişmenin bile farkına
varamıyorsunuz, yani..
Bütün haber kanallarını tıkladım..
Hepsi ama hepsi ayni.. Her zaman böyleler zaten.. Hepsi tıpkısının
aynisi bir sürü..
Birinin başında çok sevdiğim bir arkadaşım var.. Mesaj attım..
"Demek 3. Dünya Savaşı çıksa, 3 sene "Son Dakika" yazacaksınız öyle
mi?. Yahu dünyada, ülkede tonla çok önemli şeyler oluyor. Harekatta
da çok önemli şeyler oluyor.
Onları nerden öğrenecek, gerçek son dakikayı nasıl fark edeceğiz?.
Hepiniz koyun sürüsü gibi birbirinizi taklit ediyorsunuz..
Hepiniz ayni şeyi yapıyorsunuz.
FARK YARATMA yüreği birinizde yok mu yahu?: Salla başını al
maaşını, yat aşağı, yap herkes ne yapıyorsa.. Bu mu gazetecilik?
Bunca haber kanalı içinde insanlar niye seni izlesin bir, tek bir
sebep söyle?.
Sürüden ayrılanı kurt kapar, ama ayrılmayan da hayat boyu koyun
olarak kalır. Dünya tarihi niye Piri Reisleri, Colombusları yazar,
bir düşün!. Düşünmeye cesaret et hiç değilse!." Ses çıkmadı.
Kanalı, şimdi pazartesi sabahı, hiç fark yaratmadan, hiç kimseye
"Yahu falanca kanalda gördün mü, dinledin mi" dedirtmeden,
dedirtemeden "Koyunsal Yayınlar"a devam ediyor hâlâ..
Yurtta, dünyada olan onca önemli şeyden haber vermek, halkın haber
alma hakkına hizmet etmek görevleri değil..
Koyun sürüsünden bir parça olarak kaldıkça, işleri, maaşları riske
girmez, otururlar oturdukları yerde.. Çünkü farksız oldukları
sürece, koltukları ve maaşları sağlamdadır.
Ben "Haber" meraklısı bir insanım.. Bu yüzden yabancı haber
kanallarını da dolaşırım mutlak.. BBC World, CNN İnt. Al Jazeera,
Euro News, France 24!.
Bu koyun olma meraklıları da izleseler, "Haber Kanalı nedir"
öğrenirler.. "Son Dakika" nedir, ne zaman, nasıl kullanılır" onu da
öğrenirler. En önemlisi "FARK NASIL YARATILIR" diye ders de
alırlar..
Ama nerde.. O maaş, o koltuk uğruna, minnacık dünyalarında bir
koyun olarak yaşamaya razı onlar!.
Bir Avusturyalı faşoya Nobel Edebiyat Ödülü verildi. İşte "Son
Dakika!." Bir Türk sporcusu tarihte ilk defa "Jimnastik'te dünya
şampiyonu oldu" işte son dakika..
Bunları, duyan, fark eden, önemini kavrayan ve millete anlatan bir
tek haber kanalı oldu mu?.
Topla kerameti kendinden menkul bir yığın adamı.. Saatlerce
palavra, saatlerce laf sokuşturmalar dinle, dinleyebilirsen, ki
arada gerçekten önemli, gerçekten açıklayıcı analizler kaynasın
gitsin!.
Yazıklar olsun, Barış Pınarı gibi bir ulusal harekatı, bir
Mehmetçik Operasyonu'nu bile iç siyasete alet edenlere, sövme
sebebi yapanlara yazıklar olsun..
Onlara fırsat veren, yer açanlara da..
"Barış Pınarı" yetmez..
Bu ülkeye bir de "Barış Medyası Harekatı" gerek!.
***
Sosyal mi, soysuz medya mı?.
Trol lafı az kalır bunlara da, bu yüzden daha iyi tarif eden bir
sıfat aradım..
İşi gücü Sosyal medyada dikkat çekmek olan bir takım tipler var..
Oturdukları yerden, hiçbir masrafa girmeden, hiçbir zahmete
katlanmadan ses getirmek, üne kavuşmak, bunu bir şekilde paraya
döndürmek için hayal kuranlar, çırpınanlar var..
Sosyal medyada ses getirmek için nasıl bir mesaj koymalısın?.
Aklı başında bir şey yazar, görüşünü bildirirsen kimin dikkatini
çeker ki?. En kolay yol sövmek.. Ve de ünlü birine sövmek!.
Bunu yaparak, yıllarca köşe tutanlar var esas medyada da, sosyal
medyada niye olmasın!.
Barış Pınarı Harekâtı başından beri Sosyal Medya'da bu tipler
gündemde..
Herkese, her şeye, her türlü saldırıyorlar..
Doğrusu, zerre aldırış etmemek bunlara.. Ama ne yazık ki, en başta
benim medyam ediyor, bunları haber yapıyor.
Yani bilerek, bilmeyerek bir ulusal konuyu bile kendi kişisel
menfaatleri için kullananlara alet oluyor.. O zaman yüzlerce,
binlercesi harekete geçiyor..
"Geçerse geçsin" demeyin..
Bu ülkede sosyal medyaya göre karar alan, onlara göre davranan
ünlüler var. Köşe yazarlarını bile kontrol ediyor herifler..
Yazıları "Like" alsın diye sosyal medya kölesi köşeler
yazılıyor..
ŞİMDİ BAKIN..
Barış Pınarı Harekâtı başladı. Bir savaş falan değil,
bugüne dek yurt içinde yapılan PKK harekatının bu defa,
sınırlarımızı güven altına almak için planlanan çok ama çok sınırlı
bir yurt dışı bölümü..
Hepsi o.. Dünyaya anlattığımız ama, öteden beri bize muhalif bazı
Avrupa ülkelerinin anlamazdan geldiği şey, asıl bu..
Yurt dışı yapmak zorundayız çünkü, PKK'nın yerleştiği o yerlerde
devlet yok.. PKK'nın devamcıları var.. DEAŞ kalıntıları var.. Sözde
Suriye sınırı ama, Suriye devleti orda yok. O zaman benim halkımın
güvenliğini, can ve mal güvenliğini sağlamanın yolu, bir güvenli
bölge oluşturmak. O yüzden hareket, sınır aşırı, hepsi o. Çok
sınırlı olarak, sınır aşırı..
Peki Başkan Erdoğan'ın ısrarlı, devamlı ve altını çizerek
anlatmasına rağmen, en çok anlamayan kim?.
Biz!.
Kafamızda "Ülkemiz savaşta.. Ne yapmalıyız?." Yahu değil!. Ülkemiz
savaşta değil.. Devlet yönetimindeki TRT'yi izleyin.. TRT1'de,
TRT2'de, TRT Müzik, TRT Nağme'de bir değişiklik var
mı?.
Bırakın "Yas" programlarını "Ağırlatılmış müzik" talimatı verilmiş
mi?.
Her taraf, şıkır şıkır, şarkılar türküler..
O zaman devam.. Hayat aynen devam.. Hakkari'de, Tunceli'de harekat
neyse, Tel Abyad'daki de o işte..
Halkın geneli, her şeyin farkında, hayatına devam ediyor da
zaten..
Nerelere gittim çarşamba akşamından beri.. Her yer tıklım tıklım,
her yer cıvıl cıvıl..
Cem Yılmaz bir jest yapmış.. Şovunun gelirini Mehmetçik Vakfı'na
bırakmış.. Şehit ailelerine yardım eden vakfa bağış harika değil
mi?. Hem hayat devam edecek, hem de Cem, sadece kendisinin değil,
ona bilet alarak gelen herkesin şehit ailelerine katkıda
bulunmasını sağlamış olacak.
Alkış!.
Yok canım.. Bir takım güya sosyal, aslında soysuz medya mensupları
ve Cem Yılmaz düşmanları, bu harika harekete bile sövdüler..
Bazı sanatçılar tersini yaptı, konserlerini, şovlarını iptal
ettiler..
Yanlış.. "Her şey eskisi gibi devam etmeli" diyen devlet
politikamıza aykırı.. Ama işte o sosyal medyaya yem olmamak için
bir şey yapmak lazım ya..
Peki kurtardılar mı?. Ne gezer?.
"Efendim bu ortamda bilet satamam, boş kalır" diye iptal etmişler
de.. Daha neler neler?.
Çünkü, söversen yayılıyor, söversen gazetelerde haber
oluyorsun.
Siz bugüne dek, gazetelerde ve TV'lerde "Sosyal medya Cem Yılmaz'ı
alkışladı" diye bir haber okudunuz mu?.
Söversen habersin.. "Alkış" haber olmaz!.
İşte size bir "Yazıklar olsun" daha..
Mehmetçik sınır ötesinde, biz içerde rahat edelim diye ölümü göze
alarak, kahramanca, mertçe, aslanlar gibi yürüyor.
Biz burada, birbirimizi PKK'dan da, DEAŞ'tan da daha beter, yemekle
meşgulüz!.
O Mehmetçiğe layık mıyız biz?. Bu halimizle layık mıyız?.
Hele bir iyi düşünün.. İyi düşünelim hepimiz!.
***
Bir buluşmanın güzelliği..
Nerdeyse yarım asırlık arkadaşlar, Ankara'dan tabii.. Onlar
Kolejli, Kuzen Necip Kışlalı, Berk Vural, Ali Nizamoğlu.. Ben
Mülkiyeli..
Konuşuyoruz da, Necip'le ayarladık "Hadi bir de yemek yiyelim"
diye..
Bebek Kırıntı..
Nasıl bir sarmaş dolaş olduk. Sonra nasıl tatlı sohbetlerle
"Bitmesin" dediğimiz bir yemek.. Ama bitti. Sıra tatlıya geldi.
Baktım, "Oreo" diye adını ilk duyduğum bişey var.. Garsona
sordum..
"Çikolatalı, dondurmalı bir tatlı" dedi. İkisine de itirazım
yok..
"Deneyelim bakalım" dedim..
Geldi..
Tatlı kaşığı ile bir parça kesip ağzıma attım. Enfes!.
Ali tatlı istememişti. "Harika bişey..
Bi tat ucundan" dedim..
Ali "Çikolata bende alerji yapıyor" dedi.. "Ama gariptir. Sadece
siyah çikolataya alerjim var. Beyaza değil.." Güldüm..
"Peki Çikolata renkli şarkıcısı Nat King Cole'u dinlemek de alerji
yapıyor mu?."
*