Efendim son yıllarda adı magazin medyasında en çok geçenlerden
biri, ne sanatçı, ne oyuncu, ne manken, ne foto model, ne de
ikoncan..
Bir Yaşam Koçu, Şeyda Coşkun..
Neden.. Önceleri sebep belliydi.. Durmadan Boğaz sahilinde koşarken
resmi çekiliyordu. Yanında hep bir ünlü vardı da ondan. Gülben
Ergen.. Derya Baykal.. Hadise.. Hacı Sabancı.. Daha kimler
kimler..
Kimse de, "Kimdir bu Şeyda Coşkun" diye pek merak etmedi. Resmini
basıp geçtiler, ama Türkçemize bir yeni tamlama soktular..
"Yaşam Koçu!."
Onun üzerinde de fazla yazan çıkmadı..
Bir zamanlar Hasan İnsel Hocamın açtığı Anti Aging gibi genç
kalmayı ve uzun ömürlü olmayı mı sağlıyordu bu Koç.. Yoksa o
yaşamın renkli olmasına da katkıda bulunuyor muydu?. Ben
bilmiyorum.. Bilen var mı?.
Ama "Sağlıklı Yaşam" sağlama iddiası kesin..
Eee.. Sporun da sağlıklı yaşama etkisini tartışan yok.. Şeyda'nın
da Üniversite diploması var, Beden Eğitimi Bölümünden. Yani işin
uzmanı..
Geçen hafta haber patladı. İstanbul Cumhuriyet Savcılığı, hani
Doktor bilmem kimin Sağlık Çiftliği'nin izinsizliğine ve bir ölüm
gerçekleşmesine rağmen hâlâ açık olması, hatta reklamlar vermesine,
bu köşedeki uyarılara rağmen ses çıkarmayan savcılık "Yetkisiz
sağlık hizmeti verme" suçu ile soruşturma açmış, Şeyda için..
Yazılar başladı..
Efendim adam başı ayda 3 bin dolar alıyormuş da.. Ayda 200 bin lira
kazanıyormuş da..
Eee!.. Zenginin malı, züğürdün çenesi..
Savcının Beden Eğitimi diploması olan birini "Yetersiz" bulması
haklı mı, haksız mı ona bakacağız..
Önce Yaşam Koçu nedir, ona bakalım..
Sahilde pek çok insan koşuyor.. Dünyanın her yerinde böyle yerlerde
yüzlerce, binlerce insan koşar. İstanbul yakasında koşacak iki yer
var.. Belgrad Ormanı ve Sahil yolu. Sahil yolunda daracık bir
kaldırım. Orada yan yana olta atanlar, ya da park etmiş arabalar..
Orada koşmak aslında işkencedir de.. Hele tek başına koşmak, tek
başına spor yapmak!. Kaldırım parkı ve oltalar kimseyi
ilgilendirmez.
Sabah İkitelli'deki o muhteşem binadayken Ahmet Örs kardeşimle, her
öğle yemeği öncesi spor yapardık. O benim Yaşam Koçumdu. Tek başıma
olsam kaytaracağım. Ama öğle olurken Ahmet arardı.. "Ağbi iniyoruz,
değil mi?."
İbrahim Hoca gibi bir usta, her türlü spor aleti ile beni beklerken
bile, sağlığım için aşağı inmeye düzenli gitmem, Ahmet sayesinde
olurdu yani.. Yaşam Koçluğu değil mi bu?.
Hadi yalnız her gün gidin o lanet sahil yoluna kaytarmadan
görelim.. Şeyda yanınızda koşuyorsa, sizinle beraber, en büyük işi
yapmış oluyor bir defa..
İkincisi işi biliyor.. Hangi hızla koşacaksınız?. Nerede yavaşlayıp
yürüyeceksiniz?. Nerede durup, hatta oturup soluk alacak, ne kadar
devam edeceksiniz?. Arada belki İsveç jimnastiği türü hareketler
yapıp çeşitli kasları da çalıştıracaksınız.. Tabii, koşu boyunca
da, yanınızda sohbet edecek biri olacak..
Daha ne olsun, söyler misiniz?.
Bunu yapacak binlerce Beden Eğitimi bölümü mezunu var ülkemizde..
Niye Şeyda?. Bilmem. Onunla tanışmadım bile.. Ama bunca para verip
onunla koştuklarına göre, bu seçimin bir sebebi olmalı.. Ayda 3 bin
değil, 300 dolara sizinle koşacak tonla hoca varken..
Ama Yaşam Koçluğu denen şey, uzmanlık olduğu kadar sanat..
Basketbolu bilen binlerce insan var bu ülkede.. Peki kaç tane "Koç"
var, sayın bakalım, parmak hesabı?.
Efendim, birlikte çalıştıklarına diyet tavsiyesi de yapıyormuş, ama
diyetisyen değilmiş..
Efendim bir spor hocasının öğrencilerine gıda konusunda da
tavsiyelerde bulunmasından doğal ne olabilir.. Koşudan sonra,
Boğaz'da bir lokantaya otururlar da, öğrencisi kazan dolusu yerse,
itiraz etmeyecek mi?. Baklavaya, böreğe saldırırsa "Aman" demeyecek
mi?.
Efendim tabii Diyet Okulları ve uzmanları da var.. Ama onlar
hastalar için.. Sağlıklı, koşan insanın diyetini bilmek için biraz
okumak yeter.
Ben bu köşede tonla tavsiye yazmadım mı?. En uzman olanlar,
birbirinin tam tersi şeyler söylemiyorlar mı?. Bana anlaşan iki
diyet uzmanı gösterin..
1972'de girip 1973'te tam bir yıl sonra ayni tarihte hastaneden
çıktım. Tonla ameliyat, bir de sarılık geçirip.. Zaten iştahım
yok.. Bir de diyetler. Böbrekler sakat, biri alınmış. Karaciğer
sakat, sarılık.. Mide sakat, on defa kanamış. Kalın bağırsak sakat.
İltihap yapmış, dörtte üçü alınmış.. Bunların hepsinin diyeti var.
İştah da yok zaten.. 39 kiloya düşmüşüm..
Bir gün klinik şefi Yusuf Albay (Gülhane'de yatıyorum) başıma
geldi, 40 tane profesörle... "Bu adam açlıktan öleceğine, bırakın
tok ölsün" diye emir verdi. Her şeyi serbest bıraktılar, sarılık
zirvedeyken ve aileye haber salınmışken.. "Çok kısa ömrü kaldı. Son
defa görmek isteyen gelsin" diye..
Sarılık şimşek gibi geçti. İki ay sonra da taburcu oldum.. Niye?.
Canım aş erer gibi marul istemeye başladı. Sabah, öğle akşam, günde
üç göbekli marul yiyorum. O iyileştirmiş beni.. Meğer marul bir
doğal karaciğer ilacıymış.
İnsanoğlu tıp ilmi yokken 400 bin sene nasıl nesli tükenmeden
kalabildi?. Hayvanlar, veterinerler yokken, ilaçlarını doğada nasıl
buldular..