Ben aslında Kerem'i seyretmeyi pek sevmem.. Nasıl seveyim ki..
1970'li yıllar.. İzmir Fuarı'nın en cıvıl cıvıl, en efsane
yılları.. Avrupa'nın efsane oteli Büyük Efes (Şimdi kapısının
önünden geçmek istemiyorum. Tadilat diye öldürdüler). Benim
çocuklarla, Modern Folk Üçlüsü ile kalıyoruz. Gece Fuar'dan
kazandığımız bütün parayı da, hayatımızın tatili için Efes'e
yatırıyoruz.. Havuzbaşı Allahın cenneti.. Bu ülkede ünlü kim varsa
orda.. En az ünlü olanlar Zeki Müren ile Ajda Pekkan desem abartı
olur biraz ama, o havuzu anlatır.. Yaş 30.. En hızlı yıllarımız..
Havuz güzelden geçilmiyor.. İniyor, en stratejik yere şezlongu
çekiyorum ki, tepemde bir ses.. "Hadi Hıncal gidelim, Kerem'i
seyredelim.."
Diyen Sadri.. Sadri Alışık.. Kerem de on yaşındaki oğlu.. Efes
bahçesinin öte yanında halı saha kadar bir çim saha var. Kerem orda
maç yapıyormuş. Gidip ona bakacakmışız..
İçimden "Kerem'e de, topuna da" demek geliyor ama, can dost Sadri
kırılır mı?. O cenneti bırakıp Kerem'i seyre gidiyoruz.. Hadi siz
olun da sevin bakalım, Kerem'i seyretmeyi..
O Kerem ağlattı beni, perşembe gecesi.. Kozyatağı Kültür
Merkezi'nde Frankenstein'de Kerem'i izlemeye gittim Sadri'yle.. Bu
defaki "Torun" Sadri.. Dedesinin kopyası.. Ayni neşe, ayni hayat
dolu bakışlar.. Ayni tavırlar.. Kerem'in babası Sadri, annesi
Çolpan'ın adlarını yaşatmak için kurduğu Sadri Alışık/ Çolpan İlhan
Tiyatrosu'nun müdürü gibi, genç adam. "İlle babamı gör" diye
tutturan o, bu defa..
Bu tiyatroda yıllardır, özel tiyatroların aklına bile gelmeyen
büyük yapımlara imza atıyorlar.. Büyük yapım, büyük risk.. Ama
Kerem, o ana babaya layık olmaya kararlı, inançlı..
Guguk Kuşu çok büyük oyundu.. Kollarını sıvadı. Üçüncü sezona
girdiler, ucuz vodvillerle tiyatro yapanlara inat..
Bu defaki daha da iddialı.. Mary Shelley'nin, efsane
Frankenstein'i..
İsviçre'de Frankenstein Şatosunun civarında Lord Byron'a konuk
olduğunda, onunla "Kim daha iyi Hayalet Hikayesi yazar" iddiasına
girmişler..
Shelley, ruhu etrafta dolaştıracağına, cesedi canlandırmış
öyküsünde.. Frankenstein, canlandıran Doktorun adı.. Canavarın adı
yok, ama yıllar öyle efsane haline getirmiş ki, Shelley'nin o
öyküden yaptığı romanı, doktorun adı, canavara yapışmış kalmış..
Sonra sinema devri başlamış.. Filmler.. Ardından
tiyatrolaştırılmış.. Sahneler..
İşte Kerem, 2 yıl önce Londra'da sahnelenen oyunu getirmiş
İstanbul'a.. Kendisi de baş rolü oynayarak.. Yani canavarı.. Her
oyun öncesi 3 saat sürüyormuş makyajı.. Hem de nasıl zor bir rol
ha.. Canavar konuşmayı öğrenene kadar kendisini vücut dili ile
ifade ediyor.. Kerem nasıl kalkıyor o sahnelerin altından..