"Saray" demekten çekindiğimiz, "Saray"
sözcüğünü "Aşağılama, hırpalama"
için kullandığımız günümüzde, Türkiye Cumhuriyeti Başkanlık
Makamı'na "Saray" demekte ısrar edişimin sebebini
anlatan bir yazı yazmıştım geçen hafta ve demiştim ki?.
"Amerika Başkanı Beyaz Saray'da,
Fransa Başkanı Elysee Sarayı'nda
çalışıyor ve ülkemize gelen konuklarını o saraylarda ağırlıyorlar
da, ben Türkiye Cumhuriyeti Başkanı'nın mekanına niçin 'Saray'
demiyorum, ha?" Yazıya girerken niye böyle düşünüyorum diye, örnek
de vermiştim.
"Çünkü ben Pembe İncili Kaftanları
okuyarak büyüyen nesildenim!." Biz Ömer
Seyfettin'i ve onun öykülerini, ilkokulda öğrenmeye
başladık.
Ortaokulu bitirirken, onun kitaplarını bitirmemiş, Pembe İncili
Kaftan'ı, Başını Vermeyen Şehit'i, Kaşağı'yı ve ötekileri,
okumayan, duymayan kalmamıştı içimizde..
O "Milli Eğitim" bizim kuşaklardan sonra devam
etti mi, orta eğitim edebiyat hocaları "Ömer Seyfettin
Kitaplarını alın, okuyun" dediler mi,
bilmiyorum.
Pembe İncili Kaftan'ı okuyup okumadığınızı da bilmiyorum.. Onun
için bu hafta reklam şubemizden de rica ettim.. Sağ olsunlar, bana
geniş yer ayırdılar bu pazar ve işte size "Pembe İncili Kaftan!."
Okuyun.. Kesin saklayın ve okutun diye..
Ömer Seyfettin'e ve onun öykülerine öyle ihtiyacımız var ki
"Millet" olabilmek için!.
*** Büyük kubbeli
serin divan, bugün daha sakin, daha gölgeliydi.
Pencerelerinden süzülen mavi, mor, sincap
rengi bahar aydınlığı...