Kuvayi Milliye
Sekizinci Bab
İki Otuzdan Beş Otuza Kadar
Saatler
ve İzmir Rıhtımından Akdeniz'e bakan nefer
Saat 2.30.
Kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır, ne ağaç, ne kuş sesi,
ne toprak kokusu vardır.
Gündüz güneşin, gece yıldızların altında kayalardır.
Ve şimdi gece olduğu için ve dünya karanlıkta daha bizim, daha
yakın, daha küçük kaldığı için ve bu vakitlerde topraktan ve
yürekten evimize, aşkımıza ve kendimize dair sesler geldiği için
kayalıklarda şayak kalpaklı nöbetçi okşayarak gülümseyen bıyığını
seyrediyordu Kocatepe'den dünyanın en yıldızlı karanlığını.
Düşman üç saatlik yerdedir ve Hıdırlık-tepesi olmasa Afyonkarahisar
şehrinin ışıkları gözükecek.
Kuzeydoğuda Güzelim-dağları ve dağlarda tek tek ateşler
yanıyor.
Ovada Akarçay bir pırıltı halinde ve şayak kalpaklı nöbetçinin
hayalinde şimdi yalnız suların yaptığı bir yolculuk var:
Akarçay belki bir akar su, belki bir ırmak, belki küçücük bir
nehirdir.
Akarçay Dereboğazı'nda değirmenleri çevirip ve kılçıksız yılan
balıklarıyla Yedişehitler kayasının gölgesine girip çıkar.
Ve kocaman çiçekleri eflâtun kırmızı beyaz ve sapları bir, bir
buçuk adam boyundaki haşhaşların arasından akar.
Ve Afyon önünde Altıgözler Köprüsü'nün altından gündoğuya dönerek
ve Konya tren hattına rastlayıp yolda Büyükçobanlar Köyü'nü solda
ve Kızılkilise'yi sağda bırakıp gri.de Düşündü birdenbire
kayalardaki adam kaynakları ve yolları düşman elinde kalan bütün
nehirleri.
Kim bilir onlar ne kadar büyük, ne kadar uzundular?
Birçoğunun adını bilmiyordu, yalnız, Yunan'dan önce ve
Seferberlik'ten evvel Selimşahlar Çiftliği'nde ırgatlık ederken
Manisa'da geçerdi Gediz'in sularını başı dönerek.
Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat günlere
inanıyordu ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saatı sordu.
Paşalar : "Üç," dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar, eğildi, durdu.
Bıraksalar ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak ve karanlıkta
akan bir yıldız gibi kayarak Kocatepe'den Afyon Ovası'na
atlıyacaktı.
Saat 3.30.
Halimur - Ayvalı hattı üzerinde manga mevziindedir.
İzmirli Ali Onbaşı (kendisi tornacıdır) karanlıkta göz yordamıyla
sanki onları bir daha görmiyecekmiş gibi baktı manga efradına birer
birer:
Sağda birinci nefer sarışındı.
İkinci esmer.
Üçüncü kekemeydi fakat bölükte yoktu onun üstüne şarkı
söyliyen.
Dördüncünün yine mutlak bulamaç istiyordu canı.
Beşinci, vuracaktı amcasını vuranı tezkere alıp Urfa'ya girdiği
akşam.
Altıncı, inanılmıyacak kadar büyük ayaklı bir adam, memlekette
toprağını ve tek öküzünü ihtiyar bir muhacir karısına bıraktığı
için kardeşleri onu mahkemeye verdiler ve bölükte arkadaşlarının
yerine nöbete kalktığı için ona "Deli Erzurumlu" derdiler.
Yedinci, Mehmet oğlu Osman'dı.
Çanakkale'de, İnönü'nde, Sakarya'da yaralandı ve gözünü kırpmadan
daha bir hayli yara alabilir, yine de dimdik ayakta kalabilir.
Sekizinci, İbrahim, korkmıyacaktı bu kadar bembeyaz dişleri böyle
tıkırdayıp birbirine böyle vurmasalar.
Ve İzmirli Ali Onbaşı biliyordu ki: tavşan korktuğu için kaçmaz
kaçtığı için korkar.
Saat 4.
Ağzıkara - Söğütlüdere mıntıkası.
On ikinci Piyade Fırkası.
Gözler karanlıkta, uzakta.
Eller yakında, makanizmalar üzerinde.
Herkes yerli yerinde.
Tabur imamı mevzideki biricik silâhsız adam: ölülerin adamı, kırık
bir söğüt dalı dikerek kıbleye doğru, durdu boyun büküp el
kavuşturup sabah namazına.
İçi rahattır.
Cennet, ebedî bir istirahattır.
Ve yenilseler de, yenseler de âdâyı, meydânı gazadan o kendi
elleriyle verecektir Cenâbı rabbülâlemîne şühedâyı.
Saat 4.45.
Sandıklı civarı.
Köyler.
Sarkık, siyah bıyıklı süvari, çınar dibinde, beygirinin yanında
duruyordu.
Çukurova beygiri kuyruğunu karanlığa vuruyordu: dizkapaklarında
kan, kantarmasında köpük...
İkinci Süvari Fırkası'ndan Dördüncü Bölük, atları, kılıçları ve
insanlarıyla havayı kokluyor.
Geride, köylerde bir horoz öttü.
Ve sarkık, siyah bıyıklı süvari ellerinin tersiyle yüzünü
örttü.
Karşı dağlar ardında, düşman elinde kalan bir başka horoz vardır:
baltaibik, sütbeyaz bir Denizli horozu.
Düşmanlar herhal onu çoktan kesip çorbasını yapmışlardır...