Bir sanat galerisinin, bir müzenin, bir semtin de ötesinde bir
kentin kaderini nasıl değiştirdiğine Bilbao'da şahit olmuştum.
Galatasaray maçı için koca bir kafileyle gittiğimizde, kafamda
mutlak ünlü Mimar Frank Gehry'nin
o zamanki son eseri, Guggenheim Müzesi'ni ziyaret vardı.
"Hadi" dediğimde, koca kafileden, ki onlarca
gazeteci de vardı. O zaman maçlar yerinde izlenir, yerinde
yazılırdı, dünyanın öbür ucunda, mesela Sydney, mesela Los
Angeles'ta olsa bile.. Bugün şehrin göbeğindeki Beşiktaş,
Kadıköy'ün kapısındaki Fener statlarına giden yok.. Herkes
televizyondan seyrediyor ve yazıyor. Dediğim, Bilbao'ya kadar gelen
gazetecilerden hiçbiri meraklanmadılar. Ünal'la ikimiz taksiyle
gidiyoruz. Şehre benzeyen şehir bitti, bir rezil getto, yani
gecekondu mahallesi başladı. Evler rezil, insanlar sefil..
"Bre aman.. Bu şoför bizi kaçırıyor mu?" derken,
karşımızda o muhteşem mimariyi, daha da muhteşem bir çevre
düzenlemesiyle gördük.. Denize doğru uzanan olağanüstü bir mimari..
Önündeki dev ağaçlar bile, heykel gibi yontulmuş..
Bugün o rezil ve sefil semt, Avrupa'nın en modern yerlerinden
biri.. Bir, tek bir...