Valla, kaç yıl geçti aradan hatırlamıyorum ama, hayatımda ilk
defa müzede yemeği Londra'da yemiştim. Pirelli Takvimleri'nin
sunumuna davet etmişlerdi, dünyanın dört bir yanından
gazetecileri.. Gala yemeği o ünlü Doğa Tarihi Müzesi'ndeydi. Masa
da tam, hani fotoğrafını en azından bir yerde gördüğünüz o devasa
dinozor iskeletinin altında..
Bu defaki müzenin belki tümü o dinozorun bacağı kadar değildi ama,
anlamı hele benim için çok daha büyüktü.
Ankara Kalesi'ndeki Kınacızade Konağı bahçesindeki o dünya şirini
ev yemeklerini ailecek yerken, işletmeci Fuat Ülger geldi
yanımıza..
"Yemekten sonra, içeri, konağı gezmek ister misiniz" dedi.. "Hem de
size biraz anlatırım.."
1800'lerde Ankara kalenin içinde ve etrafında minnacık bir kasaba
iken, eşraftan Kınacızadeler yaptırmış konağı.. Cumhuriyet'in
başkenti olup, kent hızla büyüyüp, Yenişehir'e kayınca ağırlık,
Kınacılar da, Atatürk Bulvarı kenarına, tam Güven Heykeli'nin
karşısında bir yerlere apartman dikip oraya taşınmışlar..
Üniversite yıllarımda, dağılan Kolej'in kızlarının ardından Kuğulu
Park'a kadar yürürken, her gün önünden geçerdim, o zaman için
devasa, bugün için eh, kulübeden iyi Kınacı Apartmanı'nın..
Tabii, kuş uçmaz uçmaz kervan geçmez kalede, 100 metre aşağısına da
genel ev yapılan konak, satsan satılmaz, atsan atılmaz,
terkedilmiş.. Çürümeye tabii.
Ne zaman ki genelev kaldırılmış, zamanın belediyesi kaleyi turistik
bir mekana çevirmeye karar vermiş, Ankara'nın en ünlü
marangozlarından Kıvırcık Usta, 2007 yılında, Kınacı Konağı'nı
almış.