Şimdi okuyacağınız satırlar, geçen yıl kasım ayındaki köşemden
alındı. Kahkahalarla gülmek için gittiğim bir geceden nasıl göz
yaşları ile ayrıldığımı anlatan, duygu selinden..
Önce onları hatırlayın..
Sonra bu yıla, bugüne geçeceğiz..
Sonra Gürer Şefim, orkestranın arasındaki bir boş koltuğa oturdu ve
sahneye, kenardan elinde bir minik pervaneli uçak modeli, boynunda
uzun bir sarı şalla Ali Poyrazoğlu girdi..
Günlerden beri beklediğim "Doyasıya gülme" anları başlıyordu
işte..
Nerden bilirdim ki, Ali bana hayatımın en büyük sürprizlerinden
birini yapacak?. Nerden bilirim ki, Ali, orkestrayı yönetir gibi
yapmayacak, o müthiş müzisyenleri arkasına alarak, kendi yazdığı
muhteşem bir tek kişilik oyunu sergileyecek..
Bu nasıl bir kalem, bu nasıl bir oyunculuk, bu nasıl bir yorumdur,
inanın anlatmaya kalemim yetmez.. Dünyanın en zor işidir zaten,
güzellikleri nakletmek..
Yaşadıklarınızı yaşatamazsanız, ziyan edersiniz okurun vaktini..
İnanın kendimi yazmakta böylesine aciz hissettiğim çok az
oldu..
Öylesi güzellikler, öylesi bir duygu seli, öylesine bir çağlayan
doldurdu ki salonu..
Ali, Küçük Prens'i anlattı..
Hayatımın en önemli kitabıdır..