Millet olmak milliliği gerektirir; zira millet, milli değerlerin
bileşkesidir. İnsan kitleleri, kendi değerleriyle yoğrula yoğrula,
zamanla bir potada erir ki onun adı şu veya bu millettir.
Milletlerin sevinçleri ve tasaları ortaktır. Bu ortaklıkta yer
almayan fert ya da zümrelerin o millete herhangi bir aidiyeti
yoktur ve olamaz. Millet kan ağlarken gülmek olur mu, olabilir
mi?
Bunun için biçilmiş kaftan, bizim Anadolu’muzdaki şu deyiştir: ‘Köy
yanar, kahpe taranır!’
Dünyada emsali olmayan, bir benzeri görülmeyen ve belki de bir daha
benzeri görülemeyecek olan bir savaş vermekteyiz. Bunun adı, ölüm
kalım savaşıdır.
Bundan dolayıdır ki ya biz millet olarak bu hainleri temizleyeceğiz
ya da onlar bu aziz milleti bitirip tarih sahnesinden silecekler.
Sakın yanlış anlaşılmasın; büyük laf etmiyoruz; üç yüz sene önce
uygulamaya konulan Türklüğü imha planının serencamını
yaşamaktayız.
Bundan dolayı da ya devlet başa, ya kuzgun leşe!
Biz Türk’üz ve milletler arenasında bizim özelliğimiz, ordu-millet
oluşumuzdur. Yani çoluğuyla çocuğuyla, erkeğiyle kadınıyla,
genciyle ve yaşlısıyla topyekûn milletçe bir orduyuz. Nitekim bunu
15 Temmuz’u 16 Temmuz’a bağlayan gece, hep birlikte gösterdik.
Peki, şimdi diyeceksiniz ki 15 Temmuz’a kadar da onca darbeler
yapıldı ve öve öve bitiremediğimiz bu millet neden o zaman bu
özelliğini gösterip, ordu-millet olmadı?
Bu millet daima ordu-millettir ancak, başa bağlı bir millettir;
hele de o baş (lider) sevdiği birisiyse ve de milli değerler için
savaşıyorsa, bu millet gözünü kırpmadan ateşe atlar! Bu aziz millet
canını seve seve verir ve kanını akıtır.
Bu millet yeter ki liderini bulsun; Kurtuluş Savaşı’na bakın;
kazma-kürekle yedi düveli yenip, yurdumuzdan kovduk;
Konstantinopolis aşkıyla gelen Yunan’ı İzmir’de denize döktük.
Bayraklar dalgalanmak için rüzgâr beklediği gibi, milletler de
coşmak ve tarih yazmak için lider bekler! Liderini bulduğu an,
tehlike ne denli büyük olursa olsun, bir an tereddüt etmeden o
tehlikenin gözünün içine bakar ve üstüne gider! İşte Sayın Cumhur-
başkanı’nın bir telefonunun nelere kadir olduğunu gördük.
Hatta millet, Sayın Cumhurbaşkanı’nın telefonundan önce, darbe
söylentilerini duyar duymaz; sağına soluna bakmadan kendini sokağa
attı.
Ayakta durmakta zorlanan ve fakat o haliyle bile tankların yanına
kadar sokulan sarhoşumuz bile, “Tank nerde ulan! Tankı gösterin
bana, parçalayayım onu!” diyen bir ruh hali içindeydi.
Bir de bunun ayığını düşünün; düşünmeye gerek yok; o gece olanlara
hep birlikte şahit olduk. Helikopterin makineli tüfeğiyle kendi
halkını tarayan insan müsveddesi ne kadar inilmez bir çukur ise,
mermilere göğsünü siper eden, elindeki bir tek bayrağıyla tankın
üstüne yürüyen, paletlerinin altına yatan, egzozuna tişörtünü
tıkayan bu milletin evladı da o kadar yüksek ve bir o kadar da
cesurdur ve kahramandır.
Bütün bunlara rağmen, 15 Temmuz’a “Kontrollü darbe” demek, “O ölen
250 vatandaşımızın katili devlettir” ve 15 Temmuz için “tiyatro”
tabirini kullanmak da en hafifinden darbecilerin safında yer
almaktır.
Bunu, değil bir profesör; tımarhanedeki deli söylese, yadırganır ve
delinin dediğine bak denir!
İçeride ve dışarıda terör örgütlerine karşı kahramanca mücadele
veren güvenlik güçlerimizi (ki onlar, aylardır yaz kış demeden
dağlarda yaşıyor ve kuş uçmaz kervan geçmez dağları bölücülere
mezar ediyorlar) düşünüp empati yapalım. Onlar bizim için ve
vatanımız için çarpışıyorlar.
Nitekim 15 Temmuz şehitleri de canlarını bizim için, vatanımız için
verdiler.
Yarın ahirette, bizim için canlarını veren şehitlerimizin yüzüne
nasıl bakabileceğiz?
Empati yapalım ve belli ki Allah’tan korkmuyoruz; bari kullardan
utanalım!
Yüzümüz varsa tabii