Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın faiz konusundaki açıklamaları, faiz tartışmasını yeniden ekonomik gündeme taşıdı. Faizin etki alanı içerisinde ekonomik büyüme, yatırım ve istihdam gibi makroekonomik göstergeler var. Hâl böyle olunca, faiz oranlarında doğrudan veya dolaylı belirleyici etkisi olan kurum ve kuruluşlar da bu tartışmanın içinde yer alıyor.
Bu kurumlardan, yani faiz oranını etkileyen kurumların başında da bankalar geliyor. Ülke ekonomisinde bankaların önemi de, vazgeçilmezliği de tartışılmaz. Sorun bankaların faiz konusunda, kurumsal önceliklerinden dolayı fedakârlıktan kaçınmaları.
Ülke ekonomisindeki olumlu süreçle bankaların performansları arasındaki büyük fark, bu fedakârlığın beklenen düzeyde olmadığını gösteriyor.
Söz gelimi, ekonomik büyüme verisi. 2016 yılında Türkiye ekonomisi yüzde 2,9 büyürken, banka kârları ise yaklaşık yüzde 40 oranında artmış. Bankacılık sektör kârı 2015 yılında 26 milyar iken, 2016 yılına geldiğimizde bu miktar 37,5 milyara yükselmiş.
Hatta, faizlerin artma trendine girdiği 2017 yılı ikinci çeyreğinde banka kârlarında artış hızının daha da yükseldiğini görüyoruz. Yatırımlar ve ekonomik büyüme için önemli bir gösterge olan faiz oranının artışıyla bankaların kârlarının da hızlı bir şekilde artması banka kârlarını büyütürken, yatırım ve ekonomik büyüme oranı için bir risk oluşturuyor.
Bu noktada, doğru olan “bankalar kâr etmesin” yaklaşımı değil. Tabi ki ekonominin önemli aktörlerinden birisi olan bankalar da kâr etmeli. Sorun, bankaların kâr artışından ziyade bankaların izlediği politikalarla faiz oranlarının yükselmesine olan etkisi.