Garip, çok garip, aynı zamanda da düşündürücü!... Maalesef bizim kaderimiz bu: “Basın Özgürlüğü” denilince başları önde olması gerekenler, bugün kalkmış ahkâm kesiyor, ona buna ders vermeye çalışıyorlar.
Bize “balık hafızalı” muamelesi yapıp, geçmişi unuttuk
sanıyorlar…
Oysa, yaşadıklarımız hafızalarımızda o kadar taze ki! 1996 Yılı’nın
sonbaharıydı. Bir gece yarısından sonra telefonum acı acı çaldı.
İstanbul’dan arıyorlardı:
-Gazete sokaklarda, kamyonlardan attılar, dağıtımını
yapmıyorlar.
O günlerde Türkiye’de BİRYAY adında ve Aydın Doğan’ın güdümünde bir
dağıtım tekeli vardı. O şirket, AKŞAM’ın dağıtımını yapmama kararı
almıştı.
Niye?
Çünkü, AKŞAM’ın tirajı milyona doğru yaklaşıyordu. Karşılarına
ciddi bir rakip çıkmıştı. Rahatsız olmuşlardı. Boğmak, yok etmek
istiyorlardı.
Fütursuzluk diz boyuydu. İnsanların hangi gazeteyi alacağına, neyi
okuyacağına dolayı olarak bu basın ve dağıtım karteli, yani Aydın
Doğan karar veriyordu.
* * *
800 kişiydik, bir avuç AKŞAM çalışanıydık. Direndik, mücadele
ettik. Gazete balyalarını sırtladık, cadde ve sokaklara çıktık.
Gazetemizi okuyucuya kendimiz ulaştırmaya çalıştık.
Biliyor musunuz, ona bile engeller çıkardılar. Bazı belediyeler,
zabıtaları üzerimize saldılar. Elimizden gazeteleri aldılar, yüklü
miktarda cezalar yazdılar.
Aslında Kartel’in saldırısı çok önceden başlamıştı. Hürriyet
Gazetesi’nde Emin Çölaşan gibi kalemler, uzun süre AKŞAM aleyhine
yazılar yazdılar. Bir basın organını susturmaya, orada çalışan
basın emekçilerini işsiz bırakmaya çalıştılar.