“Ulusçuluk, Ulus Devlet ve Kürtler” başlıklı
yazılarımın akışını bozmayacağı inancıyla bugün siz değerli
okurlarımla bir anımı paylaşmak istiyorum.
Yıl 1998. 2009 yılında aramızdan ayrılan sevgili arkadaşım, can
dostum Türkel Minibaş’la Beyoğlu-
Asmalımescit’te Yakup 2’de oturuyor, bir şeyler yiyip içiyoruz.
Masamıza garsonumuzun yanı sıra bir de komi hizmet ediyor.
Adı Bülent. Çalışkan, güler yüzlü bir
delikanlı, işinde oldukça da deneyimli.
Mekânın sahibi -toprağına ışıklar yağsın- Yakup
Arslan saat 23.00’e yaklaşırken masaların arasında
dolaşır, “Hafiften yay vaziyetleri…” diye seslenirdi
müşterilerine. Bu, “Dostlar, artık gitme
zamanı…” anlamına gelirdi. O saatte birçok masa zaten
boşalmış, garsonların bir kısmı da gitmiş olurdu. O akşam bizim
garson kalmış, Bülent’i göndermişti.
Bizim hesabımızı ödediğimiz sırada yanı başımızdaki kasanın
üzerindeki telefon çalınca garson açtı, kiminle konuştuysa
kapadığında yüzü allak bullak olmuştu. Ne oldu, diye
sordum. “Bizim Bülent’i nezarete almışlar” dedi. Nasıl
olur, çocuk daha 15 dakika önce masamızda tabak
topluyordu! “Suçu neymiş” diye sordum, “Kendisi
debilmiyor” diye yanıtladı.
***
Türkel de, ben de meraklandık. Türkel, “Hadi gidip bir bakalım” deyince kalktık. Beyoğlu Emniyet Amirliği’ne gittik. Bülent’i demir parmaklıklı bir yere koymuşlar; bizi görünce şaşırdı. “Ne oldu” dedik. “Vallahi bilmiyorum” dedi. “Benim evim Beyoğlu’nda, Erol Dernek Sokağı’nın orada bir yerlerde. İstiklal Caddesi’nde yürürken polisler çevirip kimlik sordular. Verdim, baktılar, sonra da ‘bizimle geliyorsun’ dediler. Hepsi bu!”