Uluslaşma, gerekli nesnel koşulların ortaya çıkması tek tek
bireylerin kişisel iradelerinin dışında başlayan bir süreçtir. Bu
bağlamda temel nesnel koşul, feodal üretim ilişkilerinin çözülerek
kapitalist üretim ilişkilerinin filizlenmesidir. Marksçı
toplumların gelişme şemasına bakışla, sözü
edilen “filizlenmenin” özneleri orta ve büyük kapitalist
üretim birimleri değil, feodal üretim biçiminden bağımsızlaşan, tek
kişilik veya küçük işyerlerinin mülkiyetine sahip zanaatkârlar,
esnaf ve okuma olanağı bulmuş aydınlardır.
Uluslaşmanın motoru tüm toplumlarda “ulusçuluk” olmuştur.
Ulusçuluk ise söz konusu halka aydınlar tarafından taşınır,
ulusçuluğa aydınlar önderlik ederler.
Osmanlı’nın Müslüman toplumunda kapitalizmin taşıyıcı sınıfı olan
burjuvazi mevcut değildi. Bu toplumun Türk kesiminde uluslaşma
sürecine önderlik edenler ulusçuluk düşüncesini benimsemiş olan
asker-sivil aydınlar ile feodal ilişkilerden bağımsızlaşmış küçük
üretici, esnaf ve tacirler olmuştur.
Osmanlı’nın Müslüman toplumunun öbür kesimini oluşturan Kürtler
için de -yarım yüzyıllık gecikmeyle de olsabu süreç geçerlidir.
Önceki yazımızda da altını çizmiştik: 1806 Baban İsyanı’ndan 1937
Dersim İsyanı’na kadar gerçekleşen isyan ve ayaklanmalardan
hiçbirinin ulusçuluk ile bir ilişkisi yoktu. Bunlar aşiret lideri
feodal ağaların ve/veya şeyh, şıh, seyid gibi bölgesel dini
önderlerin giriştikleri kalkışmalardı.