Konu üzerine bu 12. yazım. Benim hiçbir siyasal partiyle
organik/örgütsel bağım yok. İzmir kökenli, İstanbul doğumlu bir
Türk’üm. Anne tarafından dedem bir Sakız mübadili. Babam tarafından
dedem Milli Mücadele ile birlikte Ankara’yı desteklemiş, Söke
Ziraat Bankası müdürü bir Osmanlı bürokratı. Anneannem de, 1911
doğumlu babam da İzmir’in işgaline tüm acıları yaşayarak tanık
olmuşlar. 9 Eylül 1922 günü İzmir’in kurtuluşunu Kordonboyu’nda
coşkuyla kutlamışlar.
19 yaşında sosyalizmle tanışan, ülkemin emperyalizmden
bağımsızlığı, demokratikleşmesi için verdiği savaşımda 12 Mart 1971
askeri darbesinden sonra Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından
çıkarılarak yurtsuzlaştırılmış, 22 yıl sürgünde yaşamış, ancak 1992
yılı sonunda vatanına kavuşabilmiş sosyalist bir
yurtseverim.
Ben yurdumu her şeyiyle, toprağı, denizleri, ırmakları, ovaları,
dağları, doğası, börtü böcekleri, balıkları, kuşları, tüm
hayvanları, tarihsel mirası, her ırktan, her renkten, her dilden,
her dinden, her mezhepten, her cinsel tercihten, inançlı mı
inançsız mı bakmadan tüm insanları ile seven bir insanım.
Yurtseverliğin “böyle bir şey”olduğunu düşünüyorum.
Geleceğin Türkiye’sini çiçekleri çok renkli bir kardeş bahçesi
olarak düşlüyorum.
Bu ülkede çok şeyler gördüm, çok şeyler yaşadım.
Kuşağımın, Deniz Gezmiş,Mahir
Çayan, İbrahim Kaypakkaya,
Sinan Cemgil gibi gençlik önderlerinin savaştıkları
kırlarda, kentlerde faşist kurşunlarla, işkencelerle
öldürüldüklerinde acılarını yüreğimin en derininde
duydum.
İstanbul-Cihangir doğumluyum, ilk çocukluğum bu semtte geçti; 11
yaşımdan sonra İstanbul- Moda’da yaşadım. Her iki semtte de Türk,
Rum, Ermeni, Yahudi arkadaşlarım oldu. Kardeş gibiydik
onlarla.
İstanbul’un Kürtleri tanımadığı yıllardı.
Onlardan “kuyruklu” diye söz edilir, “Çingene çalar,
Kürt oynar” diye alay edilirdi.
Hiçbir şey bilmiyorduk.