Başta Hollanda olmak üzere siyasetçilerimizin ülkelerindeki
Türkler ve Kürtlerle 16 Nisan Referandumuna ilişkin yapacakları
toplantıları yasaklayan ya da kısıtlayan Almanya, İsviçre,
Danimarka gibi ülkelere söylemediğimizi bırakmadık. Ne Nazilikleri
ne ırkçılıkları ne yabancı ne de İslam düşmanlıkları kaldı.
Ülkemizin dört bir yanında sayısız protesto gösterisi
yapıldı.
Avrupa ülkeleriyle ilişkilerimizi kopacak noktaya getirdik. Belki
de istediğimiz buydu, bir fırsat kolluyorduk, bu fırsatı bulup tepe
tepe kullandık.
Şimdi sular biraz olsun durulunca düşünüyorum, örneğin Hollanda
tutumunda baştan sona haksız mıydı diye…
15 Mart’ta Hollanda’da genel seçimler vardı. Anketler, ırkçı ve
yabancı düşmanı söylemleriyle öne çıkan Geert
Wilders’in partisinin seçimlerden 1. ya da 2. parti olarak
çıkacağını gösteriyordu. Başbakan Rutte’nin
liderliğindeki sağ liberal-demokratlar panik içindeydi. Rutte,
diplomatik bir dille Türkiye’den referandumla ilgili gelecek
bakanlara bu ziyaretlerini 15 Mart sonrasına ertelemelerini
duyurmuştu.
Önce Dışişleri Bakanımız Sayın Mevlüt
Çavuşoğlu bu erteleme ricasını dinlemeyip Hollanda’ya
gitme girişiminde bulununca uçuş izni Hollanda makamları tarafından
iptal edildi.
İlk kıyamet o zaman koptu.
Bir süre sonra Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı
Sayın Fatma Betül Sayan Kaya, bir yandan
Sayın Çavuşoğlu’na konan yasağı protesto, öte yandan Rotterdam’daki
Türklere ve Kürtlere referandumda “Evet
deyin!” propagandası yapmak üzere Almanya üzerinden
Hollanda’ya giriş yaptı. T.C. Rotterdam Başkonsolosluğu’nun 30
metre yakınına kadar hiçbir engelle karşılaşmaksızın
geldi.
Burada güvenlik güçlerinin engeliyle karşılaştı. Canlı görüntülerde
Sayın Bakan’ın kendisinin başkonsolosluk binasına girişini
engelleyen güvenlik görevlileriyle konuşmalarını izledik. “Ben
bakanım, diplomatik dokunulmazlığım var!” diyordu. Bu,
doğru değildi. Çünkü bakan olmak kişiye bir yabancı ülkede
diplomatik dokunulmazlık vermez!