Zamanın Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın o
yıllarda “Türkiye’yi küçük Amerika yapacağız!” diye
meydanlara çıkması da kesinlikle bir rastlantı değildi. Türkiye,
Kore Savaşı’nda verdiği onca şehitle diyetini ödeyip 1952 yılında
NATO’ya girmiş, ABD’nin “dost ve müttefiki” unvanını
kullanmaya hak kazanmıştı. Bu arada ABD sermayesi de Türkiye’ye
gelmiş, yeni ekonomi politikası çerçevesinde İstanbul- İzmit hattı,
Amerikan Cooley Fonu’nca desteklenen montaj fabrikaları ile
donanmaya başlamıştı. Bu fabrikalarda üretilen traktörlerin bir
süre sonra yedek parçasızlıktan tarlaların ortasında
kalakalacaklarını, köylünün yeniden manda tarımına döneceğini, ABD
ile gizlice yapılan “İkili Antlaşmaları”, Amerikan
üslerini, Türkiye’nin yargı bağımsızlığından verilen ödünler ile
bir de Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’nin en ilişki özürlü ama en
hırslı öğrencisinin bu ülkenin
en “ihtiraslı” politikacılarından biri olacağını henüz
kimse bilmiyordu.
Türkiye’deki Amerika’nın ilk yıllarında bilmediklerimiz
bildiklerimize ağır basıyordu.
***
Neyse biz yine biraz gerilere dönelim…
Karşımızdaki apartmanın kapıcısının siyahi bir erkek bebek dünyaya
getiren kızıGülizar da çocuğunun, yüzünü
yalnızca tek bir kere gördüğü babasının Türkiye’ye bir daha gelip
gelmeyeceğini bilemiyordu. Komşuları, bunun önemli olmadığını,
başına bir “talih kuşu” konduğunu, adamın bir gün mutlaka
çıkıp geleceğini söylüyorlardı. Komşular, tüm Amerikalılar gibi o
siyahi adamın da iyi bir insan olduğuna inanmışlardı.