Bilmem anımsıyor musunuz? 1993 yılının nisan
ayında İstanbul-Ümraniye’deki Hekimbaşı çöplüğünde büyük bir
patlama olmuş, 27 kişi ölmüş, 12 kişi de kaybolmuştu. Bu elim
olayla birlikte Türkiye dünyada çöpe şehit veren ilk ülke olma
özelliği kazanmıştı.
Çoğumuz patlamanın nedenini öğrenebilmek için sorup soruşturmuş,
kitap karıştırmış, sonunda çürüyen çöplerin metan gazı ürettiğini,
zamanla sıkışan bu gazın belli koşulların oluşması durumunda
patladığını öğrenmiştik.
Bilim insanı değilim fakat kendi muhakememle çürüyen çöplerle
çürüyen insanlar arasında amatör düzeyde de olsa bir benzerlik
kurmuştum o günlerde. İlerleyen yıllarda bu benzerlik bilincimde
yerleşiklik kazandı.
Çöpün çürümesi, dolayısıyla metan gazının oluşumu kimyasal bir
süreçken, insanın çürümesi ise sosyal bir süreçti. Bu süreçte
belirleyici olanın, vahşiliği azalacak yerde artan kapitalizm
olduğunu düşünüyorum. Kapitalizmin ürettiği kendine özgü
“ahlak” insanı çürütüyor.
***
Kapitalist üretim biçiminin çağımız
toplumunda bireylerin benliğini biçimlendirdiği tüketim hırsı
giderek gemlenemez bir duyguya dönüşüyor, insan davranışlarını
kötülüğe yönlendiriyordu. Hırslarına yenik düşen insanlar için
yüzyıllar içinde oluşmuş, olgunlaşmış ortak insani değerler
anlamsızlaşıyordu.
Daha fazla tüketmek, ne pahasına olursa daha fazla tüketebilmek
için her yola başvurmak, bu insanlar için meşruydu. Çalıyorlar,
çırpıyorlar, rüşvet alıyorlar, rüşvet veriyorlar, her türlü
yolsuzluğa başvuruyorlardı. Erich Fromm’un
deyişiyle geçerli olan “Olmak değil, malik olmaktı”.
Artık, “Malik ol da nasıl olursa ol!” ortak
düsturdu.
Ülkemize bir bakalım. Betonlaşmış kıyılar, kuruyan göller, çölleşen
ovalar, yaşanamaz hale getirilmiş kentler, rant uğruna yeşilin
tüketilişi, tarım arazilerinin imara açılışı, derelerimizin
HES’lere kurban edilişi…
Tüm bunlar yaşanan kapitalist vahşetin, çürüyüşün gözle görülür
kanıtları değil midir?
***
Son dört gündür Türkiye kamuoyunun
gündeminde CHP Genel Başkanı Kemal
Kılıçdaroğlu’nun TBMM grup toplantısında Cumhurbaşkanı’nın
yakınlarının yurtdışına para transferlerine ilişkin yaptığı
açıklamalar var. AKP ile CHP, muhalif medya ile yandaş medya
arasında bir “savaş” sürüyor.
Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı’nın kardeşi, oğlu, eniştesi, dünürü ve
bir işadamının Man Adası’nda bir T.C. vatandaşı tarafından 1
İngiliz Sterlin’i sermaye ile kurmuş olduğu bir şirkete 15 milyon
doların üzerinde para transferi yaptığını iddia ediyor.
Cumhurbaşkanı ve AKP sözcüler ise bu iddiaların asılsız olduğunu,
Kılıçdaroğlu’nun yargıya başvurması gerektiğini ileri sürüyorlar.
Kılıçdaroğlu’nun iddiaları doğru mudur? Belgeler elimize
ulaşmadığından kesin bir yanıt veremiyoruz.
Bu tartışmaların yargıya intikali durumunda CHP açısından bir
sonuca varılması beklenmemelidir. Çünkü kapitalizm çalacağı
minarenin kılıfını hazırlar, kendini amaca götürecek yolların
taşlarını döşer.
Nitekim ülkemizdeki yürürlükteki yasalar açısından “hangi
gerekçeyle ve hangi miktarda olursa olsun” yurtdışına
para transferinde yasal bir sakınca bulunmamaktadır. Panama,
Lüksemburg, Cayman Adaları, Man Adası, Jersey (Manş Adaları),
İrlanda, Malta, Mauritius Cumhuriyeti, Bermuda ve Monaco gibi vergi
cennetleri bu tür şirket ve off-shore bankalarıyla doludur.
CHP, AKP ile yürüttüğü tartışmayı yargıda değil ahlaksal zeminde
sürdürmelidir çünkü sorun ahlaksaldır. Türkiye gibi dört kişilik
bir ailenin açlık sınırının 1.567, yoksulluk sınırının ise 5.105 TL
olduğu bir ülkede (Türk-İş 11/2017 verileri) çalışanlar vergi
yükleri altında ezilirken, iş insanlarının “kurtuluşu”
vergi cennetlerinde aramaları ahlakdışıdır.
***