Dün, TBMM'de 27. Dönem 2. Yasama yılı başladı. Başkan Erdoğan
açılış konuşmasında Türkiye'nin yaşadığı dönüşüm hakkında kapsamlı
bir değerlendirme sundu. Yeni sistemin vesayetle mücadele sonucu
geldiğini vurguladı. Ekonomide yaşanan türbülansın piyasa
ekonomisine göre alınan tedbirlerle toparlandığını söyledi. Ve
eylülde yaşanan yoğun diplomasi trafiğinin dış politikamıza
yansımalarını değerlendirdi.
Avrupa ile ilişkilerde iyileşmeye dikkat çekerken ABD'nin Türkiye
politikasını eleştirdi. Aslında Erdoğan'ın verdiği mesajlar
kendisinin dünyanın türbülansa girdiği dönemde yürüttüğü öncü
siyaseti özetliyor. Değişen güç denklemlerinde Türkiye'nin aldığı
pozisyonun rasyonalitesini anlatıyor.
Son üç yılda Erdoğan'ın dış seyahatlerine katılan birisi olarak
nasıl bir diplomasi hamlesi içinde olduğunu görme fırsatım oldu.
Yoğun ikili görüşmeler, işadamları ve sivil toplum temsilcileri ile
toplantılar, hepsi inanılmaz bir temponun parçaları.
Afrika'dan Latin Amerika'ya, Orta Asya'dan Rusya ve Avrupa'ya
uzanan bu seyahatlerin temel ilkesi, diplomasiyi ve ticareti canlı
tutmak. Hedefi, çıkarları ortaklaştırmak ve eşit düzeyde ilişki
kurmak. Böylece türbülansın maliyetleri ile boğuşabilmek
istiyor.
Erdoğan'ın bu yaklaşımı, Türkiye'nin 2013'ten sonra içine girdiği
türbülansı aşmak için takip ettiği anlaşılıyor. Türkiye gibi bir
ülkenin iç türbülansının uluslararası konumu ve tercihleriyle
ilgili olduğunu idrak edecek çeşitlilikte türbülans yaşadık. Gezi
olayları, 17-25 Aralık girişimleri, 2015'te Rusya ile uçak krizi,
15 Temmuz darbe girişimi, AB ve ABD ile gerilen ilişkiler vd. Hepsi
Türkiye'nin daha etkin olma isteğine verilen tedip edici
tepkilerdi.
Ülkemiz, Erdoğan'ın liderliğinde bu türbülansları aşacak iradeyi ve
başarıyı gösterdi. Şimdi de ABD'nin tehditleriyle tetiklenen
ekonomik türbülansı aşma yolunda. Peki bu türbülanslar bize ne
getirdi? Bir yandan iç siyasette hareketlilik, mülteci akını,
terörle yüzleşme ve ekonomik maliyetler. Ancak diğer yandan
yıkmayan saldırılar dayanabilme yeteneğimizi geliştiriyor,
kapasitemizi güçlendiriyor.
Suriye iç savaşının seyri bu açıdan çok örnekle dolu. Askeri
operasyonlardan insani yardıma ve etkin diplomasiye kadar çok
sayıda eylemde bulunduk. TSK, MİT, TİKA, AFAD, Maarif Vakfı ve
diğer birçok kurumumuz bölgesel ve küresel operasyon yapabilme
kabiliyetine ulaşıyor.
Böylece beş yıldır türbülansla uğraşarak Türkiye, yeni bir siyaset
tarzı geliştirdi. Gerilimleri yönetme, bozulan ilişkileri tamir
edebilme, yeni alanlara yönelme, çözülen ittifak ilişkilerine
adaptasyon ve ikili lider diplomasisi bu siyasetin öne çıkan
unsurları.
Sürekli hareket halinde olma, esneklik, pragmatizm ve
öğrendiklerini yeniden sahada kullanma da diğerleri. İşte Türkiye,
uluslararası sistemin yeni belirsizliklere ve türbülansa girdiği
dönemde bu tecrübe ile diplomasi yapıyor. BM Genel Kurulu'nda
Erdoğan, bunun için Trump'ın söylediklerine karşı, bir vizyon
sunabiliyor.
Trump yönetiminin ABD'nin küresel sorumluluklarını terk etmesi
devam edecek bir süreç. Dünya, sadece kendi milli çıkarları için
müdahale edecek bir süper güç realitesine hazırlanmak zorunda. Yani
türbülans artacak.
Büyük güçlerden bu zorunluluğu en net hisseden ve hazırlık yapan
ülkeler Çin ve Rusya. Avrupa'nın önde gelen ülkelerinden Almanya
tedirgin ve ürkek de olsa adımlar atıyor. Türkiye ile ilişkileri
toparlama çabasını bundan ayrı okuyamayız.
Britanya, Brexit sebebiyle karmaşa ve kararsızlık içinde. Fransa,
ABD ile iş tutabileceği seçeneğinden ümidini kesmiş değil. Liderler
gelen türbülansa karşı çıkış yolları arıyor. Merkel'in artan Afrika
temasları boşuna değil.
Ancak hiçbiri Erdoğan kadar deneyimli ve önde değil. İç
konsolidasyona sahip bir lider olarak Erdoğan türbülansa giren
uluslararası sistemde öncü bir siyaset yürütüyor.