Türkiye ile Almanya arasındaki gerginliğin tırmanması
siyasetçileri nihai bir karar aşamasına doğru götürüyor. Bir yıldır
yükselen bu "uçurum kenarı" siyasetinde bir yandan "duyguları"
kontrol etmek en kritik husus. Diğer yandan ise tepkisiz kalmak
baştan yenilgiyi kabul etmek demek.
Alman seçimleri bitse de Türkiye'nin 2019 seçim sürecinin erken
başlaması sebebiyle ikili ilişkilerdeki bu fırtınayı dindirmek çok
zor olacak. Ekimin yoğun geçeceğini şimdiden biliyoruz. Zira
Türkiye üzerinde "ekonomik baskı" kurmaya çalışan Alman
siyasetçileri geçtiğimiz günlerde Türkiye'nin AB'ye tam üyelik
müzakerelerinin geleceğini ekimdeki liderler zirvesine taşıma
kararlarını ilan ettiler.
Ankara'nın karşı hamlesi ise Almanlara kendi taktiklerinden birini
uygulamak oldu. Dışişleri Bakanlığı Almanya'da yaşayan ve
Almanya'ya seyahat edecek vatandaşlarına "ihtiyatlı" olma
uyarısında bulundu. Bu uyarı Almanya'da siyasi atmosferin "bir
süredir giderek artan şekilde aşırı sağ ve hatta ırkçı söylemin
etkisi altında" bulunduğunu vurguluyordu. Dahası, Alman makamları
Türklerin yaşadığı mahallelerde çıkan yangınların üzerine
"kararlılıkla" gitmemekle ve Türk vatandaşlarına havalimanlarında
keyfi ve kötü muamele etmekle eleştirildi.
2000 yılından bu yana öldürülen Türkler hatırlatılarak NSU
davasında "380 duruşma yapılmış olmasına" rağmen "adaletin hâlâ
tecelli etmediği" örnek olarak verildi.
Kendileri "uyarıda bulunmaya" "endişelerini ifade etmeye" alışık
Alman siyasetçiler ülkelerinin güvenli olmadığının söylenmesine çok
alındılar. Şansölye Merkel "bizim ülkemizde hiçbir gazeteci
tutuklanmıyor" formunda diplomatik tepki verirken SPD şansölye
adayı Schulz seçim popülizmini rahatlıkla sergiledi: "Ankara'daki
hükümet ölçüyü kaçırıyor. Almanya, Türkiye'den aşağılamayı kabul
edecek bir ülke değildir."
Elbette ne Almanya Türkiye'yi ne de Türkiye Almanya'yı aşağılamalı.
Ancak 380 duruşma ile ülkesinde Türkleri öldüren failleri
cezalandıramayan Alman "adaleti," Türk adaletinden terörle suçlanan
tutuklu Almanların serbest bırakılmasını isterken ne yapmaktadır?
Ya da PKK ve FETÖ teröristlerini iade etmezken hangi "sistematik"
tercihte bulunmaktadır? Bu tür sorular karşılıklı sorulmadan eşit
ilişki düzlemi kurulamaz.
Bu arada, Almanya'nın bir tür "çevreleme" taktiğine dönüşen yeni
"Türkiye politikası" AB içinden önemli tepkiler almaya devam
ediyor. En son