Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın heyetiyle birlikte Londra'dayız.
Tatlıdil Forumu'nda, Türken yemeğinde ve Chatham House'da yaptığı
konuşmalarda Erdoğan'ın gündemi, Brexit sürecini yürüten Birleşik
Krallık ile Türkiye arasındaki mevcut "stratejik ortaklığı"
derinleştirmekti. Aynı mesajı Kraliçe Elizabeth II ve Başbakan T.
May'e de etkili şekilde ileteceğinden kuşku yok.
15 Temmuz direnişine Londra'nın verdiği desteği hatırlatan Erdoğan,
belirsizlikleri artan yeni dünyada iki ülkenin ortak menfaatlerinin
altını çizdi. Önerdiği ortaklığın bir düzlemi Londra'nın finansal
varlığı ile Türkiye'nin etrafındaki bölgedeki operasyonel gücünü
birleştirmekti. Diğer düzlemi ise Brexit sonrası Avrupa'da ve
gittikçe kaosu artan Ortadoğu'da siyasi-diplomatik alanda birlikte
yapılabileceklerdi. Avrupa'nın doğu ve batı ucunda konumlanan bu
iki güçlü ülkenin liderleri görüşürken dünyanın gündemi Başkan
Trump'ın iki kararına odaklanmıştı:
İran nükleer anlaşmasından çekilme ve ABD büyükelçiliğini Kudüs'e
taşıma. Her iki kararın da bölgedeki istikrarsızlığı ve çatışma
ortamını artıracağından kimse şüphe duymuyor.
Elbette "sadece ABD'nin menfaatlerinin önemli olduğunu" düşünen
Trump ve yakın ekibi hariç... ABD'nin düzen kurma iddiasında olduğu
dönemlerde bile yeni çatışmalar yarattığı hepimizin malumu iken,
kaostan medet uman Trump'ın hatalı kararlarının bölgemizi "ürkütücü
bir savruluşa" taşıdığı aşikâr. Nükleer anlaşmadan çekilen Trump,
ekonomik yaptırımlarla İran'da halkın isyan etmesini ve böylece
rejimin değişmesini bekliyor. Halbuki gidişat, İran'da
muhafazakârların güçlenmesi ve İsrail ile İran arasındaki
düşmanlığın Suriye'de ve Lübnan'da sıcak çatışmaya dönüşmesi
yönünde. Yine BM kararlarına aykırı şekilde Kudüs'ün statüsünü
değiştirme çabası Gazze ve Batı Şeria'da İsrail'in yeni
katliamlarına davetiye çıkardı. Bu satırlar yazılırken İsrail
askerlerinin Gazze sınırında şehit ettiği Filistinli sayısı, ne
yazık ki, 55'e varmıştı. ABD'nin Kudüs'ü batısıyla doğusuyla bir
bütün halinde İsrail'in başkenti olarak tanıyan bu taşıma kararı
İsrail için bağımsızlığın 70. yılına denk getirilen büyük bir
mutluluk olabilir. Nitekim Trump'ın damadını ve kızını gönderdiği
açılış için İsrail Başbakanı Netanyahu, "tarih yazmak" deyimini
kullandı. Ancak dünyanın büyük çoğunluğu için bu karar uluslararası
sistemde hukuk ve adaletin bir karşılığının olmadığının son örneği.
Süper güç ABD'nin küresel sorumluluklarını ve müttefiklerinin
görüşlerini umursamadığı bir dönüm anıdır...
Avrupa'nın, çatırdayan uluslararası düzeni korumaktan aciz
kaldığının resmidir...
Müslüman dünya ve Filistin için ise Nakba (büyük felaket)
günüdür... Trump'ın Kudüs kararını alma ve uygulama zamanlaması
Arap dünyası açısından hayli manidar.
İran karşısında Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn'in İsrail ile aynı
hatta saf tuttuğu bir zamanda Filistin ve Kudüs davası yeni bir
kayıp yaşıyor... İsrail, "iki devlet" seçeneğini tümüyle ortadan
kaldırırken Arap liderleri karşısında değil yanında buluyor. 1967
sınırları dahilinde, Doğu Kudüs'ün başkenti olduğu bir Filistin
devletini savunmak da Erdoğan'a kalıyor. Londra'daki bütün
konuşmalarında Erdoğan, ABD'nin hatalı kararına ısrarla dikkat
çekti: "ABD sorunun bir parçası olmayı tercih ederek, Ortadoğu
barış sürecindeki arabuluculuk rolünü yitirmiştir. Bu adımın
insanlığın barışına hizmet etmediğini tam aksine, bölgenin ve
insanlığın birbirine düşmesi için bölgeyi karıştırmak için adeta
bir fitil ateşlemesi olduğunu hatırlatmak isterim." Evet,
Ortadoğu'da "Trump etkisi" daha fazla gerginlik ve çatışma olarak
beliriyor. Arap ve Körfez ülkelerinin meşruiyetinin altını
ziyadesiyle oyan, İsrail yanlısı bir rüzgâr olarak geliyor. İran'ın
besleneceği bir radikalleşme ortamı yaratıyor. Erdoğan'ın uyarıları
halklara ulaşıyor. Umalım Avrupa başkentleri de harekete geçmeye
cesaret edebilir.