Ankara-Washington hattındaki gerilim, karşılıklı sarf edilen
cümlelere artık daha net yansıyor. ABD Büyükelçisi giderayak
Türkiye'nin "9 buçuk aydır Deaş saldırısına uğramamasını
hükümetinin Ankara ile istihbarat alanındaki işbirliğine" bağlayan
bir cümle kullandı. Bu cümle Ankara'yı "Deaş terörü ile tehdit
etmek" olarak algılandı. Başkan Trump'ın Deaş'ı Obama ve Clinton'un
kurduğu yönündeki iddialarının hatırlatılması eşliğinde... Bu
şekilde algılanmasının Türkiye kamuoyu açısından somut üç sebebi
var:
İlki, Ankara ve Washington'un politikaları uzun süredir Suriye
başta olmak üzere Ortadoğu'da işbirliğinden rekabete doğru evrildi.
Muhaliflerin eğitilmesinden Deaş ile mücadeleye kadar birçok
alandaki işbirliği müzakereleri Türkiye'nin milli menfaatlerine
zarar verecek sonuçlar üretti.
İkincisi, FETÖ ve PKK-YPG terörü ile mücadelede Washington'un
Ankara'ya yardımcı olmaması onu Türkiye halkı nezdinde "terör
destekçisi" konumuna getirdi. Obama'nın Suriye politikasını
sürdüren bürokratlar nezdinde "taktik" olan destekler Ankara'nın
hayati güvenlik endişelerini zirve yaptırdı.
Üçüncüsü, Trump Yönetiminin dağınıklığı sırasında "Erdoğan'a
haddini bildirmeliyiz" havası Kongre dahil ABD kurumlarına hâkim
hale geldi. Ve iki konsolosluk görevlisi hakkındaki FETÖ suçlaması
ile tutuklama kararı verilmesi üzerine "Erdoğan'a taviz vermeyelim,
sert çıkalım" anlayışı öne çıktı.
Halbuki Zarrab'ın ve HalkBank genel müdür yardımcısının
tutuklanması ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın görev başında olmayan
korumaları için bile tutuklama istenmesi ABD kurumlarının "sert
çıkalım" yaklaşımının tezahürü. Bu gidişat Washington-Ankara
hattında onarılması uzun sürecek derin yaralar açıyor. Bırakın
"model ortaklığı" "stratejik ortaklık" kelimesinin bile içi
boşaldı. Ve hangi partiye oy verdiği fark etmeksizin Türkiye
kamuoyunda ABD'nin "düşmanca davrandığı" hissiyatı yaygınlaştı.