Son bir haftadır Türkiye "ekonomik bir saldırı" altında.
Saldırı, ABD'nin Rahip Brunson'un tutukluluğunu bahane ederek iki
bakanımıza getirdiği yaptırımla başladı. Çelik ve alüminyum
ithalatına konulan ek vergilerle ve Başkan Trump'ın TL'yi doğrudan
hedef alan twiti ile devam etti. Hem de Hazine ve Maliye Bakanı
Berat Albayrak'ın "yeni ekonomik modeli" açıklamasının hemen
ertesinde. Bu tartışmasız bir şekilde Türkiye'nin ekonomik
istikrarını hedef alan, hasmane bir tavırdı. Sonrasında gece
alımlarıyla "kur manipülasyonu" olarak ortaya çıkan durumun
Türkiye'nin mevcut ekonomik verileri ile bağdaşmadığında,
spekülatif olduğunda herkes hem fikir. Zira ne bütçe açığının
GSYH'ya oranı, ne kamu borç stokunun GSYH'ya oranı ve ne de dış
borcun vadesi, Türk Lirası'nın bu denli değer kaybetmesini
gerektiriyor.
Ekonomik saldırı altında olduğumuz tespiti sadece iç kamuoyunun
üzerinde birleştiği bir konu değil. Almanya ve İtalya'dan gelen
"dayanışma" değerlendirmeleri de bunu teyit ediyor. İtalya
Başbakanlık Müsteşarı Giorgetti, "piyasalarda avını seçip harekete
geçen aç spekülatif fonların" Türkiye gibi İtalya'ya da
saldırabileceğini söyledi.
Benzer şekilde önce Almanya Ekonomi ve Enerji Bakanı Altmaier, Çin
ve Türkiye'ye getirilen gümrük vergilerinin haksızlığı uyarısında
bulundu.
Daha sonra Şansölye Merkel, '"Türkiye'nin ekonomik açıdan
istikrarsızlaşması kimsenin çıkarına olmadığını" vurguladı. Aslında
Ankara- Washington hattında son birkaç yıldır yaşanan gerilim
herkesin malumuydu. Çözülemeyen birçok konu var: FETÖ, YPG,
S-400'ler, Halkbank davası, Rahip meselesi, İran'a yaptırımlar
vs.
Anlaşılan o ki, Mueller soruşturması ile başı dertte olan Trump,
Kasım seçimlerinde elini güçlendirmek için "Brunson'u hemen serbest
bırakın" restini çekti.
Ankara'nın boyun eğmemesi üzerine de ekonomik yaptırımlar yolunu
seçti.
Bu kararla Türkiye-ABD ilişkilerinin derin bir krize girdiği ve
kasıma kadar sürebileceği söylenebilir. Ancak daha önemlisi
Trump'ın NATO müttefiki Türkiye'yi yaptırımlarla hedef alması
uluslararası toplumun hızla sonu kestirilemeyen, yeni bir kaosa
gittiğini gösteriyor. Bu, Trump Yönetimi altındaki ABD'nin bizi
taşıdığı yeni kaotik dünya. Ve aslında Obama döneminin de
devamı...
Obama yönetimi, ABD'nin küresel sorumluluklarını terk edişinin ilk
etabıydı. Obama, bu yolda Türkiye gibi bir müttefikinin düşmanı
olan terör örgütünü (PKK-YPG) Suriye'de desteklemek gibi norm
yıkıcı uygulamaları başlattı. Sayesinde Ortadoğu'da devlet dışı
silahlı aktörlerin şiddetinin yükselişine tanık olduk. Trump
yönetimi ise müttefiklerin dahi yaptırımlarla tedip edilmeye
çalışıldığı ikinci etaba geçti.
Bu dönemde iş adamı kökenli Trump'ın Amerikan çıkarları için
ekonomiyi silah haline getirmesine şahit oluyoruz. Normların
önemsenmediği, kovboy tarzına dayalı bir ekonomi anlayışı bu.
İçinde tehditler, yaptırımlar ve finansal saldırılar var. Elbette,
ekonomik çıkarlar devletler arası ilişkilerde hep önemliydi. İkinci
Dünya Savaşı sonrasında ABD hegemonyasında kurulan uluslararası
düzenin mali kurumları da doların hakimiyeti de hep Amerikan
çıkarlarını göre oluşturuldu.
Trump, bu düzenin şimdi ABD'nin çıkarlarını yeteri kadar
gözetmediği, Çin ve diğer yükselen ekonomilerin işine yaradığı
görüşünden hareket ediyor. Trump'ın belirgin farkı, uluslararası
meşruiyete ihtiyaç duymaması. Ve ABD'nin gücünü çıplak ve pervasız
bir şekilde kullanması. Müttefik ve hasım ayrımını iyice
silikleştirmesi.
Gelinen noktada dünya ekonomisinde doların hakimiyeti artık
korkulması, tedbir alınması gereken bir olgudur. Başkan Erdoğan'ın
tabiriyle artık dünya için "dolar tehdidi" var.
Dahası, ABD düzeni yıkarken çok tehlikeli bir kapıyı açıyor.
Ekonomiyi birinci öncelikli güvenlik konusu haline getiriyor. Fon
yöneticilerinin, spekülatörlerin ekonomik normların dışına çıkan
anarşist dünyasını meşrulaştırıyor. Bu yeni dönemde Avrupa ile
Türkiye'nin birbirlerine daha çok ihtiyacı olacak.