Bütün gözler Irak ve Suriye'deki cephelerin günlük gelişmelerine
çevrilmiş durumda. El-Bab'a yürüyen ÖSO güçlerinin YPG ile
çatışması, Başika kasabasının Deaş'tan temizlenmesi, Sincar ve
Kerkük'te PKK varlığının "İkinci Kandil" tehdidine dönüşme ihtimali
ve Kuzey Irak'ta da tampon bölge kurulması gibi konulara odaklanmış
haldeyiz. Güncelin sıcak karmaşasında aktörlerin yürümeye çalıştığı
uzun yolun sonunda kritik bir soru duruyor: Ortadoğu'nun geleceği
nasıl şekillenecek?
Dışarıdan empoze edilen ulus- devlet sisteminin çöktüğü gün gibi
ortada. Sınırların yeniden çizileceği konuşulan bölge iki iç
savaşın, vekalet kapışmasının, aşırı dinci ya da seküler- etnik
terörün ve mezhepçiliğin fırtınasıyla boğuşuyor.
Başarısız merkezi hükümetlerin dışlayıcılığı yerel aktörlerin
hırsına karışıyor. Bölgesel güçlerin yıkıcı rekabeti büyük güçlerin
insani maliyeti yüksek mühendislik projeleri ile at başı
yarışıyor.
Batı himayesindeki seküler- otoriter rejimlerin krizi Arap
isyanlarını doğurmuştu.
Bu isyanlardan "Müslüman demokrasilerin" çıkmasına müsaade
edilmemesi üzerine çatışmacı ortama savrulduk. Müslüman Kardeşler
ve benzeri grupların statükocu monarşiler eliyle tasfiyesi
Ortadoğu'da mezhepçi ve aşırı aktörlerin önünü açtı.
Bugün aşırıcı Sünni grupların terörist ilan edilerek dünün
teröristi aşırı Şiici milislerle tasfiye edilmeye çalışıldığı bir
noktadayız.
Irak ve Suriye'nin (hatta Libya ve Yemen'in) bir "devlet" olarak
ayakta kalmasından ümitler kesilirken şimdilik istikrar içinde olan
Körfez ülkelerinin siyasi bir depremle alt üst olmayacağını kimse
söyleyemez.