Dünyamızda terör, hayatın, istenmeyen ama kaçınılamayan bir
parçası. İster etnik ayrılıkçı ister dinci- aşırı kökenli olsun,
terör birçok devletin gündeminin ilk sırasında.
Demokratik ülkeler terörle mücadele ederken hukuk devleti sınırları
dışına çıkmamaya özen gösterirler. Bu özeni gösterebilmenin olmazsa
olmaz şartı kamuoyunun terörü lanetlemede birleşmesidir. İktidarda
hangi partinin olduğuna bakılmaksızın devletin terörle mücadelesine
muhalefet de medya da destek verir.
Batı Avrupa ve ABD medyasının terör konusunda ne kadar "devletlü"
olabildiklerine 11 Eylül'den Charlie Hebdo saldırısına kadar birçok
olayda tanık olduk. Uluslararası güçlerin terör örgütlerine
yaptıkları açık ya da örtülü yardımları kesmek ya da sınırlandırmak
da bu iç dayanışma sayesinde mümkün olur.
Bugün PKK terörü ile mücadele eden Türkiye'de çok kritik bir
durumla karşı karşıyayız. PKK'nın Suriye iç savaşından
beslenmesinden, Kuzey Suriye'de kurduğu "kantonlardan,"
uluslararası medyada DAİŞ karşısında savaşan güç olarak
meşrulaştırılmasından, İran ve Almanya'dan destek görmesinden
bahsetmiyorum.
El Hak, bunların hepsi PKK ile mücadeleyi zorlaştıran boyutlar.
Ancak daha sıkıntılı ve farklı bir süreçten geçtiğimiz
kanaatindeyim:
İç kamuoyunun teröre yaklaşımındaki bölünme ülkemizi tehlikeli
bir sarmala sürüklüyor.
İki yıldır yaşadığımız siyasi kutuplaşma terörle mücadeleyi
gittikçe rayından çıkarıyor. Dağlıca saldırısının Doğan ve Gülen
medyasında verilme şekli, hele sosyal medya paylaşımları demokratik
bir ülke medyasından hayli uzakta.