Trump'ın ABD başkanı seçilmesinin etkileri üzerine kafa
yoranların başında Avrupalı siyasetçiler geliyor. Zira ABD'nin
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra üstlendiği küresel liderlik rolünü
terk etmesinden en fazla etkilenecek bölgelerin başında Avrupa ve
Ortadoğu bulunuyor.
Bu da hem doğrudan hem dolaylı olarak Avrupa başkentlerinin yeni
jeopolitik sorunlarla boğuşmak durumunda kalması demek. Amerikan
milliyetçiliğini öne çıkaran ve küresel yüklerinden kurtulmak
isteyen Trump yönetiminin nasıl bir dünya düzeni kurmaya
yöneleceğini konuşmak şu aşamada "fili tarif etmek" gibi. Ancak
yine de ağırlıklı görüş, realist ve güce dayalı bir ilişki düzlemi
öngörüyor.
Büyük ülkeler olarak ABD, Çin ve Rusya arasında bir güçler dengesi
kurulması hayli olası. Bu da Niall Ferguson'un işaret ettiği gibi
Trump döneminde ABD'nin Wilsoncu düzen anlayışından tümüyle
uzaklaşarak Rooseveltçi bir stratejiye yönelmesi anlamına
geliyor.
Wilson, maliyetini ABD'nin üstlendiği "kolektif güvenliğe" önem
verirken Roosevelt "milli menfaat, askeri gücün büyüklüğü ve güçler
dengesine" inanıyordu. Trump'ın da "muktedir" liderlerin yönettiği
önde gelen güçlerin dengesine dayalı bir düzen hayal ettiğini
söylemek pekala mümkün.
Söz konusu düzende rekabetin ve pazarlığın daha çıplak- acımasız
olacağı yeni bir denge kurulacak. İşte böylesi bir dengede
Avrupa'nın işi hayli zor. Tek sorun Trump yönetiminin NATO
harcamalarını Avrupalı devletlere fatura etmesi ya da ticaret
anlaşmalarını yenilemesi olmayacak.