16 Nisan halkoylaması Türkiye'nin yeni hükümet sistemini
cumhurbaşkanlığı sistemi olarak belirledi. CHP ve HDP'nin "mühürsüz
oy" itirazları ve AGİT'in eleştirileri YSK'nın seçmenin oy hakkını
önceleyen kararıyla reddedilmiş oldu.
AYM ve AİHM'nin bu konuda yetkisiz olduğu göz önünde bulundurulursa
gündem sonuçlara değil sürece odaklanacak.
CHP'nin halkoylamasının meşruluğunu tartışarak "bu seçimleri
tanımıyoruz" demesi, "sine-millete dönme" tehdidi ya da "hayır
hareketi" organize etme niyeti cumhurbaşkanlığı sürecine geçişi
engelleyebilecek bir pozisyon üretmekten uzak.
15 Temmuz sonrası bu ülkede Gezi türü bir muhalefeti örgütlemeye
çalışmak CHP'nin yakaladığı bir momenti kendi eliyle erozyona
uğratması demek.
Dahası, farklı parti tabanlarından gelen hayır oylarının 2019
seçimlerindeki olası liderliğini daha baştan kaybetmeye razı olmak
anlamına gelir.
Bu sebeple bütün yüksek sesle ifade edilen eleştirilere rağmen
CHP'nin bu gerçeği göreceği kanaatindeyim.
Mevcut sonuca itirazları sürekli kılmak tüm seçmen nezdinde
yenilenin mızıkçılığı olarak görülmeyi yüklenmek olacaktır.
Bunun siyaseten faydasız olacağı ortada.
İşte bu sebeple siyasetimiz hızla geçiş sürecine odaklanacak
diyorum. Nitekim CHP'nin ilk tepkisi olan Meclis'ten çekilme
fikrini hemen terk etmesi ve uyum yasalarının nasıl çıkarılacağına
odaklanması bu tespitle alakalı.
Sistem değişikliği mahiyetindeki bir anayasa değişikliğinin
seçmenin büyük çoğunluğu ile geçirilmesi elbette ideal olan
durumdur.
Ancak çok partili hayata geçtiğimiz günden itibaren sivil bir
anayasa yazmayı başaramamış siyaset kurumunun bu ideali hayata
geçiremediği hepimizin malumu.
Yine 2007'de 367 krizinin arkasından cumhurbaşkanını halkın
doğrudan seçmesi kararı alınmasından bugüne mevcut sistemi kendi
içinde tutarlı bir yapıya dönüştürmek mümkün olmadı. İki çaba da
hüsranla sonuçlandı.