Siyasetin ana eksenini çatışma oluşturunca, güç merkezli tahlil,
tavır ve beklentiler öne çıkar.
Farklı toplumsal talep ve hassasiyetler ikinci plana düşer.
Devlete endeksli siyaset algısı doğallaşmaya başlar.
Toplumdaki görüşler kutuplaşır, kutuplar homojenleşir.
Bir de, toplum, siyaset ve özgürlükler alanının iyice sınırlı
olduğu, hakim toplumsal dokunun ve değer hükümranlığının yaşandığı,
buna karşın çoğul bir kimlikler diyarında, üstelik “Batı-Doğu fay”
hattı üzerinde yaşıyorsanız, tablo daha da koyulaşır.
Siyasetin sadece bir iktidar savaşı ve bir güç oyunu olarak
algılandığı ortak bir siyasi kültüre, tüm farklılıkları kesen ortak
bir geleneğe işaret eder.
Düşüncede, eylemde, siyasette esasın ve tek kriterin
“fayda” olduğu bir gelenek...
Sağ, sol, milliyetçi liberal, dindar laik kökenli farklı faydaların
varlığı, faydalar çokluğu ve savaşı, “fayda” ortak
paydasını ortadan kaldırmaz.
Nitekim, örneğin tahammül hali, örneğin eleştiri ve demokrasi
karşısındaki tutum veya sahiplenme ve ret hali
getireceği “fayda”ya göre değişir ve şekillenir.
Siyasi partilerden gazetelere, yazarlardan devlet birimlerine
kişilerin ve kurumların çıkarlarından hareketle aldıkları
pozisyonlar ile yaptıkları güç analizleri, attıkları demokrasi
çığlıkları birbirine karışır.
Bizim durumumuz da, sıkça olduğu gibi yine böyle...
Gerek siyaset gerek zihniyet açısından yaşadığı ağır hastalıkları
“kuvvetmikrobu”ndan, yani güç üzerinden “fayda arama virüsü”nden
kapan bu ülke için, kutuplaşma koşulları yine yapacağını
yapıyor.
İç siyasette bir yanda iktidarın meşruiyetine ilişkin sorular, öte
yanda bu soruların meşruiyetine dair başka sorular üzerinden,
konuşmadan, etkileşim içine girmeden alınan bir yol var. Kuralın,
teammülün, denge ve etkileşimin hiçe sayıldığı, farklı kaynaklardan
gelen meşruiyetlerin karşılaşması, savaşı gibi garip bir durumu
ortaya çıkaran bir yol...