Bu köşede dün yayınlanan yazının bir bölümü şöyleydi:
“Türkiye açısından Kürt meselesi, bugün aynı zamanda Kürt siyasi
hareketinin ana stratejisini oluşturan iki sorun içeriyor.
Bunlardan birincisi Rojava meselesidir (...) İkinci sorun PKK'nın
Türkiye'de fiili bir özerklik adı altında, kimi yerleşim
alanlarında bir siyasi egemenlik arayışına girmesidir. Ülkedeki her
gelişmeyi Tayyip Erdoğan'la açıklayan muhalif siyasi pozisyon
yüzeyselliğine rağmen, kim ne derse desin, bugün Güney Doğu'da
yaşanan ana sorun bu hakimiyet arayışına devlet güçlerinin verdiği
yanıtlar ve bu çerçevede ortaya çıkan çatışmadır.
Bu görüntü nasıl terse dönecek?
Bu noktaya gelinmesinde siyasi iktidarın gerekli, önleyici ve
entegre edici, kuşatıcı siyasi adımları zamanında atmamasının,
adem-i merkeziyetçilik esasına dayanan bir yerel yönetimler reformu
yapmamasının, boşluk halinde doğabilecek sorunları görmemesinin
önemli bir payı olduğu söylenebilir.
Bu, doğru da olur.
Ancak bugün devletin atacağı bu istikametteki tek taraflı adımların
sorunu çözmeye yetmeyeceği açıktır.
Erdoğan'ın şahsi otorite arayışı, katliam niyeti, keyfileşme gibi
akıl dışı açıklamaları da çöpe atarak ifade etmek gerekir ki,
olayları bu aşamaya getiren her şeyden önce PKK'nın ağır ve ciddi
bir stratejisidir.