23-25 Mart 2018 tarihlerinde gerçekleşecek 2.Uluslararası Sosyal
Bilimler Kongresi için Kudüs’teyiz. Kongre’ye katılmak için
İstanbul’tan perşembe akşamı Kudüs’e uçuyoruz. Önce Telaviv’e
iniyoruz. Güvenlik noktasından sıkıntı olmadan geçtik. Bazı
arkadaşlarımızı güvenlik noktasında uzun süre beklettiler. İsrail,
ülkeye giriş yapan herkesi titiz bir şekilde araştırıyor. Hatta
sıra bana geldiğinde İsrail polisi önündeki ekrana uzun süre baktı.
Şahsımla ilgili bilgileri gördükçe mimikleri değiştikçe değişti.
Sonunda geçmem için işaret etti.
Bizi bekleyen araçla kalacağımız otele geçiyoruz. Rehberimiz
Filistin’i anlatmaya başladı. Şu ifade dikkat çekiciydi:”Değerli
misafirler, vizeyle giriş yaptığımız bir yerde dikkatli olmalıyız.
Filistin’i kurtaracağız; ancak o gün, bugün olmasın!”
Bu uyarı beni çok düşündürdü. Evet, vizeyle giriş yaptığımız
mübarek beldeler ne yazık ki esaret altında ve işgal edilmişti.
Rehberimiz,binlerce yıllık tarihten, inançtan ve kültürden bahisle
dinlerin beşiği olan Kudüs’ü anlattıkça anlatıyor. Hayıflanıyoruz,
üzülüyoruz ve derin düşüncelere dalıyoruz. İsrail’in gücü, binlerce
yıllık beklentisi ve iddiası...
Bunları duymak istemiyoruz, sinirleniyoruz. Rehberi ikaz bile
ediyoruz. Gerçekler bize çok ama çok acı geliyordu.
Havalimanından itibaren güzergâh boyunca şehri, yolları, arabaları
gözlemliyorum. Gelişmişlik göze çarpıyor. İşte bunun tek bir sebebi
var: Bir iddia ve çalışkanlık.
Müslümanların kaldığı muhitlerdeki bakımsızlık dikkatimizden
kaçmıyor. Bizler kendi içimizdeki çekişmelerle enerjimizi
harcarken, dünyanın neresinde olursa olsun her bir Yahudi, fikir
birliği içinde ve Kudüs’ü sahiplenmek için çalışıyordu.
Cuma günü sabah namazı için Mescid-i Aksa’ya gidiyoruz. Uzunca bir
seyahatten sonra namaz için uyandığımda yorgunluğumun yerini
hafiflemiş bir beden ve huzur dolu bir kalp almıştı. Yürüyerek
Mescid-i Aksa’ya varıyoruz. Çoluk çocuk, genç yaşlı her yaştan
insanın toplandığı lahzada...