Kadîm Mısır medeniyetinin izini sürerken… (1)
Beytullah Yıldız kardeşimin Aşk-ı Turkuaz'ıyla kalıcı etkileri olacak uzun soluklu bir yolculuğa daha çıktık geçen hafta. Dokuz gün sürecek seyahatimizin 7. gününde, Kahire'deyiz. (Bu arada ben bu tür gezilerden bir kuruş para almıyorum. Burada Beytullah kardeşime destek olmak ve katılan kardeşlerimizle hakikatin izini sürmek bu güzel seyahatlere katılmam için yeterli benim için). Bu satırları Kahire'den yazıyorum. Kahire aşırı büyüyen şehirlerden biri. Yine de bir ruhu var. Ekmeğini taştan çıkaran,
Beytullah Yıldız kardeşimin Aşk-ı Turkuaz'ıyla kalıcı etkileri olacak uzun soluklu bir yolculuğa daha çıktık geçen hafta. Dokuz gün sürecek seyahatimizin 7. gününde, Kahire'deyiz. (Bu arada ben bu tür gezilerden bir kuruş para almıyorum. Burada Beytullah kardeşime destek olmak ve katılan kardeşlerimizle hakikatin izini sürmek bu güzel seyahatlere katılmam için yeterli benim için).
Bu satırları Kahire'den yazıyorum. Kahire aşırı büyüyen şehirlerden biri. Yine de bir ruhu var. Ekmeğini taştan çıkaran, İslâmî hassasiyetlerini yitirmeyen güzel insanları var. Yazıyı Kahire’de Tahrir Meydanı'nda otobüsümüzde kâğıda döküyorum. Dün Atabe Çarşısı'nda burada Yunus Emre'de çalışan edebiyat doktorasını tamamlayan Asiye Ataman Hanım kardeşimle, Muharrem Kartancı Hocam ve Dilek Çiğdem Hanım kardeşimle kitapçıları altını üstüne getirdik, tabir caizse, “talan ettik” akşama kadar…
Dün ve bugün Tahrir Meydanı'nın etrafında dönüp duruyoruz... Şehitlerin kanının bulaşığı meydanda. İnsan bir tuhaf okuyor, ürpererek ve usul usul yürüyor bu meydanda…
Mısır, bu yüzyılda çok kan kaybetti. Tahrir, tuzu biberi oldu yaşananların! Mısır'ın ayağa kalkması çok zor. Elleri kolları bağlandı, hadım edildi. Mısır'ın, Arap değil Kıptî olduğu söylemi ayyuka çıkmış durumda. Her yerde Kıptî pagan gelenekler kutsanıyor, Mısır'ın nüfusunun %10'unu teşkil eden Kıptî Hıristiyan nüfus, Mısır'ı içeriden sömürüyor, Batılılara peşkeş çekiyor, dekor yapıyor…
Mısır'ın hızla İslâm'ı terk etmesi an meselesi. Şu an tek “kurtarıcısı” refah toplumu olmaması.
Mısır seyahatimizi Muharrem Hoca'nın ulaştırdığı bilgilerle sanki bizimle birlikteymiş gibi yazan MTO Azerbaycan temsilcisi Vuqar Azizov kardeşimin nefis kaleminden aktaracağım sizlere… Vuqar kardeş, usta bir yazarın yapabileceği öncü bir denemeye imza atıyor. Seyahatimizin ilk gününün kaleme alındığı metnin ilk bölümünü bugün yayımlıyorum, geri kalanını da yarın yayımlayacağım. Çok güzel bir pazar yazısı oldu. Zihin açıcı okumalar…
İSTANBUL'DAN HURGADA'YA: REFİKLERLE BAŞLAYAN YOLCULUK…
Gece henüz sabaha uyanmamışken İstanbul Havalimanı’nda bir araya geldik. Saat 03.30’da yalnızca bir seyahatin değil, bir yolculuğun ilk adımı atıldı. Uçuş öncesi işlemler tamamlanırken, her misafire bir "refik" tanındı. Bu herhangi bir eşleşme değildi; bu, bir ruh yoldaşıyla kurulmuş kardeşlik ahdiydi. Refik, yolda sadece adım atılan kişi değil; gönülde açılan yeri dolduran, sırtı kollayan, kelamı tamamlayan bir dosttur. Yol, bu kez yalnız yürünmeyecekti.
Uçak 07.30’da havalandı. Gök, altımızda açıldıkça sanki iç dünyamız da yeni ufuklara yelken açtı. Yaklaşık iki saat sonra Hurgada’daydık. Güneşin Nil’in kıyılarına düşen ilk ışığı, içimizde saklı kalan bir coğrafyayı da aydınlatıyordu sanki.
Havalimanında işlemler sonrası bizi bekleyen araçla otelimize ulaştık. Öğle yemeğiyle birlikte Mısır’ın ilk lezzetleriyle tanıştık. Ardından kısa bir istirahatin ardından, birlikte denize açıldık. Kızıldeniz’in suları hem ferahlık verdi hem de tefekküre davet etti bizi. Su, sanki Hz. Musa’nın asâsını bekliyordu yine ikiye yarılmak için... Dalga dalga, sessiz bir zikirle kalbimizi yıkadı.
Akşam, yolculuğun en bereketli anlarından biri yaşandı. Hocamızla tanışma toplantısında, sadece bir hoş geldiniz konuşması değil, derin bir yön tayini, içe bir çağrı vardı. Almanya ve İsviçre seferlerinden sonra nefes almadan soluğu Trabzon ve Rize’de almasına rağmen bu yoğun programlardan gelen yorgunluğu hissettirmeyen hocamız, bir saatten fazla konuştu. “Şafak Yağmurları” Rize’de kalmamıştı, bu sefer Mısır çöllerine yağan manevî bir bereket olarak kalbimize dokunmuştu.
Gece odalara çekilirken, herkesin içinde bir başka uyanıklık vardı. Bu yolculuk, bütün antik Mısır'ın paganlaşmış coğrafyasını değil, insanın putlara direncini diri tutan kendi iç âlemini gezdiriyordu aslında.
MISIR: KADÎM HİKMET'İN SESSİZ SIĞINAĞI
Mısır, yalnızca bir coğrafya değil; zamanın sinesine gömülmüş, ilmin, hikmetin ve maneviyatın kadim bir yurdudur. Nil’in usulca akan suları, Hz. Musa'nın duasını, Yusuf’un sabrını, İbrahim’in ayak izlerini taşır. Her adım, bir peygamberin sessiz tefekkürünü yankılar sanki. Firavunların kibriyle sınanmış bu topraklar, sabırla ve hikmetle yoğrulmuş bir hakikat yolculuğunun da tanığıdır.
Kahire’nin kalbinde yükselen El-Ezher, İslam ilminin yüzyıllık çınarı olarak hâlâ hikmet fısıldar kulaklara. İskenderiye, bir zamanlar dünyanın aklıydı; felsefeyle yoğrulmuş, kelamla süslenmiş bir entelektüel mirasın taşıyıcısı… Ve çölün bağrında yükselen piramitler –ne sadece taş ne de sadece mühendislik– insana "ebediyet" fikrini mırıldayan suskun abidelerdir. Yoksa başka bir şey mi söylüyor? Bunu yolculuk esnasında bileceğiz. Belki de bulacağız... Bir sır gibi…
Mısır, modern zamanların gürültüsü arasında hâlâ "öz"ü hatırlamak isteyenler için bir aynadır. Bu ayna, geçmişin ihtişamını değil, geleceğin istikametini gösterir. Çünkü Mısır, hakikatin ayak izlerini arayanlar için yalnızca bir menzil değil, bir menşe, bir başlangıçtır.