Kaynakların etkin dağılımı sorunu olarak TÜSİAD
TÜSİAD, Türkiye’nin en “ne istediler de vermedik” yapısıdır. Bunu TÜSİAD üyelerinin Cumhuriyetin başından bu yana aldıklarından verdiklerinden ettiklerinden falan anlatmaya gerek yok. TÜSİAD’ın kendi internet sitesindeki kıvanç tablosundan dahi anlatırım. Tabloya göre Derneğin üye sayısı değil ama temsil ettiği şirket sayısı 4500’e yakın imiş. Temsil edilen şirketler kamu dışı milli gelirin yarısını oluşturuyormuş. Bu 500 milyar dolar gibi bir rakama tekabül eder. Gene bu şirketler dış ticaretin
TÜSİAD, Türkiye’nin en “ne istediler de vermedik” yapısıdır. Bunu TÜSİAD üyelerinin Cumhuriyetin başından bu yana aldıklarından verdiklerinden ettiklerinden falan anlatmaya gerek yok.
TÜSİAD’ın kendi internet sitesindeki kıvanç tablosundan dahi anlatırım.
Tabloya göre Derneğin üye sayısı değil ama temsil ettiği şirket sayısı 4500’e yakın imiş. Temsil edilen şirketler kamu dışı milli gelirin yarısını oluşturuyormuş. Bu 500 milyar dolar gibi bir rakama tekabül eder. Gene bu şirketler dış ticaretin (enerji ithalatı hariç) %85’ini gerçekleştiriyormuş. Ne kadarı ihracat ne kadarı ithalat bilemiyorum. Türkiye’nin dış ticaret hacmi 606 milyar dolar. Enerji ithalatı çıksa kabaca 550-560 milyar dolar kalır. Bunun %85’i 475 milyar dolar eder.
4500 şirket kamu ve tarım hariç işgücü istihdamının yarısını yapıyormuş. Bu da sanırım 13,8 milyon kişi yapar.
Kurumlar vergisinin de %80’ini bu şirketler ödüyormuş. Bu da 1 trilyon lira gibi bir rakam yapar, o da 30 milyar dolara tekabül eder.
İşte bu TÜSİAD’ın övünç tablosu.
Bu tablo diğer taraftan TÜSİAD’ın zihninde “biz yoksak siz de yoksunuz,” demek. Bu tablo ünlü bir lastik firmasının patronunun “sen benim kim olduğumu biliyor musun, la ben milyar dolarlık adamım lan, ben Türkiye’yi satın alırım,” hezeyanının farklı bir üslupla söyleniş hali. Vizyonu kalmamış olanlar gösterdiği türden bir hezeyan.
Fakat bu tablonun anlattığı asıl gerçek ne? Gerçekten TÜSİAD yoksa Türkiye de yok mu? Kim kime muhtaç?
Evvela müteşebbis ruhun faydasını inkâr etmem. Bu adil olmaz. Amma müteşebbis ruhun durumu yanlış anlamasını düzeltmemek asıl adaletsizlik olur.
TÜSİAD’ın karnesinin asıl anlattığı şudur; Türkiye’de kaynaklar etkin dağılmamaktadır.
Türkiye’de toplam 2 milyon 497 bin 970 şirket var. Bunların 1 milyon 529 bin 166’sı anonim ve limited şirketler. 500 bini gayr-ı faal olsa 1 milyon şirket kalır.
Önce bu 1 milyon şirketi bir sigaya çekmek lazım. Nasıl olur da 4500 şirket kadar olamazlar. Hatta bu denklemden kamu sermayeli şirketler de çıkarılsa sanırım kalanların nasıl olur da esamesi bile okunmaz.
Bu şirketler Türkiye Yüzyılına uygun olarak vizyonlarını yenilemeli.
Gelelim şimdi asıl meseleye. Kaynakları kim dağıtıyor?
TÜSİAD belli ki bu ülkenin kaynaklarını sonuna kadar kullanmaktadır. Besbelli ki TÜSİAD’ın Türkiye’ye ihtiyacı Türkiye’nin TÜSİAD’a ihtiyacından fazladır. Bu bir çarpıtma değildir. Dünyanın her benzer yerinde evrensel bir eleştiridir bu yaptığım.
Buyurun söyleyin nerede bu sayıda çalışan, bu denli dış ticaret imkânı, varsa kullandıkları başka imkânları bulabileceklerdir?
Bu ülkede para kazanmayı herkes kendi mahareti sanır. Dünyanın her yerinde başarılı olabileceklerini zannederler. Bir de faizcilikten rantçılıktan kazandıklarından alın terinden uzaklaşırlar. O yüzden yerli-milli karakterlerini kaybetmişlerdir.
Lakin bu hakikaten bir sanrıdır. Kendini denemek isteyen Bulgar sınırından bir çıksın bakalım. Sudan çıkmış balığa dönerler mi, dönmezler mi?
Maharet olmadan olmaz elbet. Ama maharetin varlığını kısmen kabul ederim. Elde edilen varlığın esası Türkiye’nin imkanlarıyla desteklenmiş olmalarıdır.
Türkiye’nin ihtiyaçlarını bir biçimde karşılamaya dönük işler yaptıklarını, personellerine geçmiş dönemde emekliliğe kadar örtük bir iş güvencesi vermelerini, özel sağlık sigortası gibi yan haklar sağlayacak kalibrede olmalarını da inkâr etmem. Doğrudur.
Kaynakları yeniden dağıtan unsurlardan olan kamudan aldıkları destek, teşvik vesaire varsa bilemem, buna da bakılması lazım. Fakat TÜSİAD’ın asıl sömürdüğü ülkenin işgücü kapasitesi değildir, hanehalkının varlıklarıdır.
Yani bankalardaki mevduattır. Ülkenin kredi kapasitesinin ne kadarı TÜSİAD’a gidiyordur, bilemiyorum. Fakat karneye bakılırsa çokça rakam olmalı.
Ve liberal ekonomilerde kaynakları yeniden dağıtan esas unsur finanstır. Kaynakları kim dağıtıyor sorusunun cevabı budur.
TÜSİAD tabii ki refleks olarak mevduat da bizim diyecektir. Bir kısmı hakikaten kendilerinindir. TÜSİAD’ın mevduat da bizim demesinin, hanehalkına mevduat birikimi yapacak maaşı da biz veriyoruz, demek olduğunu da elbet biliyorum. Bunda da haksız değillerdir.
Fakat asıl sorun kredi piyasasında kayırılmalarıdır. İşte bu övünç tablosuyla kayırılmayı da hak ediyoruz diyebilirler, ama bu finansal zihniyetin çarpıklığını normal sanmalarından olur.
TÜSİAD üyesine kredi verdik diye, pasta kesmek bu ülkede âdettendir. Katılım bankaları dahil… Düzelir diye umudum yok.
Fakat TÜSİAD’ı TÜSİAD yapan İş Bankası’dır. Ee buna da banka vazifesini yapmıştır, iyi de yapmıştır, denebilir. Kredi verecek muteber iş insanı vardı da vermediler mi, de denebilir. Ama detaylar VAR hakemini bile çaresiz bırakacak kadar hassas olabilir. Yanlış bakış açılarının eko-politik gelişimi gelir orada düğümlenir. Bu bir okumadır.
Bu okumanın en başında ortada henüz bir şey yokken “TÜSİAD ile Buluşma”yı yazmıştım. Orada zamanın bir büyüsünden bahsetmiştim. “Şöyle bir geri dönüp bakın. Ya yapıp edegeldiğiniz her şey yanlış yahut hepsi doğrudur. Öyle görünür,” demiştim.
Şimdi TÜSİAD geriye bakıp her şeyi doğru görüyor. Başkası baksa her şeyi ama her şeyi sadece yanlış görür. Geleceğe bakmayı başaramayan herkes aynı akıbete maruz kalacaktır.
Bu okumaları yaparken meselem TÜSİAD değil, akil adamlar arasında Pusatlı’dan hiç tanışmadığım uzak akrabam dahi var. Geçmişini yanlışlayan, geleceğe bakamayan MÜSİAD da olsa aynı şey. Orada ise dostlarım var. Meselem Türkiye… Ekonomik aktörler durumunu doğru tahlil etmeli, çarpıklıklarını düzeltmeli.
Türkiye bugün bir büyük mücadeleye hazırlanıyor. Şartlar bunu gerektirecek. Böyle iken Yeni Türkiye’de vizyonu kalmamış hiçbir yapının, kurumun, partinin, pırtının değeri yoktur. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın en büyük hizmeti bu millete bir vizyon kazandırmasıdır. İkinci en büyük katkısı bu vizyona içeride dışarıda bir çevre oluşturmaya başlamasıdır.
Fark ettiniz mi bilmem, Türkiye’de aya gideceğiz deniyor ve kimse dalga geçemiyor artık. Eski Türkiye olsa maytap gırla giderdi. Gidilir ama millet yoksul diyorlar. Belki amaç yoksulluğu gidermektir, olabilir mi?
Fitne zamanı için Resulullah şöyle demiştir; “O zaman oturan kişi, ayakta durandan; ayakta duran, yürüyenden; yürüyen de koşandan daha hayırlıdır.” Bu hadisi yeniden hatırlamak lazım.