Türkiye’nin Fikir Dergileri

“Birer fikir mektebi gibidir dergiler” demişti rahmetli Cemil Meriç , ama şunu da eklemeyi unutmadan: “Okuyucusundan önce yazarlarını yetiştiren mektepler ve gerçekten fikrin en özgürce yeşerdiği mecralar ve okuyucusuyla da belli bir randevuyla buluşan müstakil şahsiyetler gibi. Zamanı gelince çıkması gerekiyor, çünkü az veya çok belli bir okuyucuyla randevusu var. Bu randevuda buluşan okuyucu ve yazar grubu arasında da zımni bir sözleşme de var ne yazılacağı ve ne okunacağı hakkında. Bu sözleşmeye

https://w.soundcloud.com/player/?url=https%3A//api.soundcloud.com/trac

“Birer fikir mektebi gibidir dergiler” demişti rahmetli Cemil Meriç, ama şunu da eklemeyi unutmadan: “Okuyucusundan önce yazarlarını yetiştiren mektepler ve gerçekten fikrin en özgürce yeşerdiği mecralar ve okuyucusuyla da belli bir randevuyla buluşan müstakil şahsiyetler gibi. Zamanı gelince çıkması gerekiyor, çünkü az veya çok belli bir okuyucuyla randevusu var. Bu randevuda buluşan okuyucu ve yazar grubu arasında da zımni bir sözleşme de var ne yazılacağı ve ne okunacağı hakkında. Bu sözleşmeye iki taraflı sadakat dergilerin ömrünü de belirleyen önemli etkenlerden.”

Türkiye’de fikir dergiciliğinin Türkiye’ye neler katmış olduğunu görmek için bir şekilde siyasette, akademide, medyada öne çıkmış herkesin geçmişinde yazdığı, katkıda bulunduğu veya beslendiği dergilere bakmakta fayda var. Dergiler insanları yetiştiriyor ama sanki zaten bir şekilde yetişmiş, bir yere kadar düşünceleri, fikirleri, heyecanları ve duyguları olgunlaşmış insanların içindekinin bir taşması olarak ortaya çıkar. Tam da bu şekilde zamanı gelince çıkarlar, çıkmaları gerekiyor, okuyucusuyla bir randevusuna yetişmeye çalışır gibi.

Ankara’da Muhafazakâr Düşünce Dergisi’nin düzenlediği “Türkiye'nin Fikir Dergileri: Tarihsel, Güncel ve Gelecek Perspektifleri Sempozyumu” Türkiye’de fikir dergiciliğinin düşünce ve siyasette ne tür işlevleri olduğuna dair çok güzel bir ufuk turu yaptırdı. Kültür Bakanlığı ve Uluslararası Akademisyenler Derneğinin de işbirliğiyle gerçekleşen sempozyum Serhat Buhari Aytekin’in son derece profesyonel bir titizlik ve yaklaşımıyla düzenlenmiş. Sempozyuma katılanlar Türkiye’nin son seksen yılında çıkmış fikir dergilerinin ilk sayılarının ve tanıtımlarının yer aldığı güzel bir sergiyi gezme imkânı buldular. Aynı zamanda halen çıkmakta olan birçok dergi de salonda açtıkları stantlarla katılımcılarla buluşma imkânı bulmuş oldu.

Bu Ülke’de Cemil Meriç dergileri aynı zamanda “hür tefekkürün kaleleri olarak” da tasvir eder ve şöyle devam eder: “kitap fazla ciddi, gazete fazla sorumsuz kalıyordu. Kitap, smokin giyen heyecan, mumyalanan tefekkür gibi. Kitap zamanın dışındadır, gazete ise ânın kendisi. Kitap, beraber yaşar, sizinle, beraber büyür. Gazete, okununca biter. Dergi ise belki serseri ama taze ve sıcak bir tefekkür. Kitap çok defa tek insanın eseri, tek düşüncenin yankısı; dergi bir zekalar topluluğunun. Bir neslin vasiyetnamesidir dergi; vasiyetnamesi, daha doğrusu mesajı. Kapanan dergi, kaybedilen bir savaş, hezimet veya intihar… Hazin bir kaderi dergilerin… Çoğu bir mevsim yaşar, çiçekler gibi. En talihli olanları bir nesle seslenir. Eski dergiler, ziyaretçisi kalmayan bir mezarlık. Anahtarı kaybolmuş bir çekmece. Sayfalarına hangi hatıralar sinmiş, hangi ümitler, hangi heyecanlar gizlenmiş merak eden yok”

Dergiler hakkında yapılmış en güzel tasvirler. Daha önce İstanbul’da rahmetli Asım Gültekin tarafından düzenlenen Dergiler Fuar(lar)ı vesilesiyle de aktarmıştım bu cümleleri, yeniden yeri geldi aktardım. O fuar da epey aşina olduğumuz kitap fuarlarına nazaran hiç kuşkusuz var olan bir boşluğu görmüş ve çok güzel doldurmuştur. Devam ediyordur umarım.

Sempozyumun açılış konuşmasında Prof. Dr. Vedat Bilgin ve Prof. Dr. Kurtuluş Kayalı’nın dergilerle düşünce hayatı ve siyaset arasındaki ilişkiye dair birinci elden anlattıkları anekdotlar ve değerlendirmeler başlıbaşına sempozyumun en güzel sunumlarındandı. Sergiyi gezerken Bilgin, karşılaştığı bütün dergileri tarihleriyle, o dergiye katkı yapmış isimleriyle tam bir hafıza ve dergi tarihi gösterisi yaptı.

Fikir dergilerinin birer düşünce dostları ve muhitleri oluşturması tabiatları gereği. Bugün o muhitler yeni sosyolojimiz içinde eski işlevlerini ne kadar yerine getiriyor? Aynı etkinlikte ve aynı tabiatta kalmamış olduklarını görmek zor değil elbet. Bir defa eskisi gibi bir dergi etrafında bir mensubiyet oluşturup onun etrafında toplanmak yok. Yeni dijital yayıncılık dünyası insanların tek bir beslenme kaynağına bağlı kalmamalarını sağlıyor. Bu iyi bir şey mi kötü bir şey mi?

Kurtuluş Kayalı, epeydir bu alanda faaliyet gösteren herkesin mustarip olduğu bir şeyi ifade etti. Fikir dergileri akademik hakemli dergiler olmaya doğru evrildi. Bu da iyi mi, kötü mü diye sormamızı gerektiren bir gelişme tabi. Vaka şu ki, Türkiye çok büyük etkiler yapmış fikir dergilerinin yayınlandığı zamanlardan çok farklı zamanlar yaşıyor. Bu sadece Türkiye ile sınırlı olmayan bir gelişme tabi. Ama bugün 208’i bulmuş üniversite ile toplumun yüzde 10’una yaklaşmış bir üniversite öğrenci sayısı toplumun kültürel, entelektüel sosyolojisini topyekûn değiştirmiş durumda. Halen 100’ün üstünde sosyoloji bölümü, 100’a yakın Felsefe bölümü, bir o kadar İlahiyat Fakültesi, Psikoloji, Tarih, Siyaset Bilimi, İletişim Fakülteleri, yetiştirdikleri lisans, yüksek lisans ve doktora öğrencileriyle çok büyük bir genişleme ve büyümeye işaret ediyor. On binlerce akademisyen bugün akademik yükselme motivasyonuyla da olsa makale üretmektedir. Burada akademi ile fikir arasında hiçbir ilişkinin olmadığını kimse iddia edemez elbet. Fikri duruşlar ve farklılıklar akademik ilgiye de bir şekilde yansımakta, böylece siyasal eğilimler bu ilgilerde tezahür etmektedir.

Burada bir entelektüel muhit, çevre, hatta cemaat oluşturan boyutlarıyla dergilerin işlevinin tamamen bitmiş olduğunu söyleyebilir miyiz? Kuşkusuz bugün bütün bilimsel gelişmelere rağmen, okumuşluklarına rağmen insanların birbirlerine daha fazla yaklaşacakları yerde bilakis daha fazla uzaklaştıklarını da görmüyor muyuz? Birbirleriyle hiç konuşmayan akademisyenlerin bu mesafelerini tam da beslendikleri hiç de bilimsel olmayan veya bir nevi bilimsellik-öncesi duygu ve ideolojik tutumları değilse nedir? Peki artan ve gelişen akademik seviye bu ideolojik tutumları neden azaltmıyor acaba? Bu sorudan yola çıkarak varacağımız yer insan tabiatının hiç değişmeyen yanıdır.

Sempozyumda 1991 yılından beri çıkan Tezkire dergisi hakkında “Tezkire olarak İslamcılık” başlıklı bir sunumda bulunduk. Tezkire, hatırlanan bir hakikat, bir evrensel duruş olarak İslamcılığın kökeninin bu ülkeyle veya bu zamanla sınırlı olamayacağını anlatır. Hikayesini Muhafazakar Düşünce Dergisinin son sayısında Siirt Üniversitesi’nden Dr. M. Veysel Karataş toparlayıcı ve oldukça vakıf bir şekilde anlatmış.

Sempozyumda Zeynep Çağlayan İçener, Şule Perinçek, Fahri Atasoy, Alim Yılmaz, Ahmet Yıldız, Hediyetullah Aydeniz, Hamit Emrah Beriş, Mahmut H. Akın, Metin Uçar ve Mustafa Altunoğlu’nun bir kısmı katkıda bulundukları dergiler veya Türk dergiciliği hakkındaki sunumları ufuk açıcıydı.

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
PKK hangi zeminden çıktı hangi zemine döndü? 14 Mayıs 2025 | 222 Okunma Asırlık sorunun çözümüne bu kadar yaklaşmışken… 12 Mayıs 2025 | 143 Okunma Hindistan’ın Nazileşmesinin yeni aşaması: Sınırötesi saldırganlık 10 Mayıs 2025 | 119 Okunma Son sağlık siyasetinin komplikasyonu: Tıp eğitiminin yaşadığı kriz 07 Mayıs 2025 | 501 Okunma Müslümana nasıl bakılamaz? 05 Mayıs 2025 | 338 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar