Rauf Yektâ Bey’i nasıl harcadık !

Osmanlı/Türk mûsikîsine dâir bir “mûsikîbilimi”nden bahsedilecekse eğer, bunun kurucusunun da Rauf Yektâ Bey olduğunu ifade etmek gerekir. 1871 ile 1935 yılları arasında yaşamış olan Rauf Yektâ...

Osmanlı/Türk mûsikîsine dâir bir “mûsikîbilimi”nden bahsedilecekse eğer, bunun kurucusunun da Rauf Yektâ Bey olduğunu ifade etmek gerekir. 1871 ile 1935 yılları arasında yaşamış olan Rauf Yektâ Bey, darmadağınık bir vaziyette kendisine ulaşmış olan Osmanlı/Türk mûsikîsi birikimini derleyip toparlamaya çalışmış bir şahsiyettir dersek, gerçeğe aykırı bir şey de söylemiş olmayız.

Rauf Yektâ Bey’in ciddî bir mûsikî eğitimi aldığı kesin. 16 yaşından itibaren önce Galata Mevlevîhânesi şeyhi Ataullah Efendi’den daha sonra da Yenikapı Mevlevîhânesi Şeyhi Celâleddin Efendi’den nazariyat öğrendi, Zekâi Dede ve Bolahenk Nuri bey’in talebesi oldu. İşe Mevlevîlik tarikatı üzerinden başlaması mühim bir hadise. O dönem İstanbulu’nun “âsitâne”si, iki büyük mevlevîhânesinin şeyhlerinden nazariyat öğrenmesi onun nasıl bir terbiye ve edeb ile yetiştiğini ortaya koymaktadır. Gerçi cumhuriyete kadar İstanbul’da mûsikînin en iyi öğrenilebileceği yerlerin mevlevîhâneler olduğunu söyleyebiliriz. Zekâi Dede’nin de rahle-i tedrîsinden geçmiş olması, Rauf Yektâ Bey’in mevlevî âdab ve erkânına göre yetiştiğinin bir başka göstergesidir.

Rauf Yektâ Bey, Osmanlı’dan cumhuriyete geçişte mûsikîmizin cumhuriyet dönemine intikâlinde büyük bir rol oynamıştır. Sahib olduğu geniş ve zengin arşiv ve kütübhâne, onun mûsikî kültürümüz üzerinde ne kadar titiz ve ihtimamla çalıştığını ortaya koymaktadır. Bu zengin arşiv ve kütübhâne maalesef iyi değerlendirilemedi ve öyle hebâ olup gitti. Yılmaz Öztuna, Rauf Yekta’nın kütübhânesinden bahsederken şunları söylemektedir: “Çok değerli kütübhânesini kırk yıldır devlet, çeşitli teşebbüslere rağmen satın alamadı. Kütübhâne şimdi torunu Yavuz Yektay’dadır ve bir kısmı, yıllardan beri, İsmail Baha Sürelsan’da emâneten bulunmaktadır. Epey yazma ve pek çok nota vardır. Yeryüzünde tek nüsha olanlar da mevcuttur; Osman Dede’nin Rabt-ı Ta’birat’ı ve Kantemiroğlu mecmuasının ilaveli şekli olan Kevserî’nin Mecmu’â’ sı böyledir (ilkinin bir kopyası Arel Kütübhanesi’ndedir). Abdülkâdir Merâğî’nin kendi el yazısı ile olan Makâsîdu’l–Elhân’ın padişah nüshası da bu kütübhanededir ki son yıllarda Londra’ya kaçırılıp satılmıştır.”

İbnu’l-Emin Mahmud Kemal İnal da 1958 yılında Mûsikî Mecmuâsı’nda yayınlanan bir yazısında Rauf Yektâ kütübhânesi hakkında şu önemli sözleri sarfetmiştir: “Türk Mûsikîsi’nin kaynaklarını bir araya toplayan vesikalar hazînesi hiç çekinmeden söyleyebiliriz ki, büyük bilgin, merhum Rauf Yektâ’nın Beylerbeyi sırtlarında bulunan köşkündeki kütübhânesindedir. Merhumun bütün ömrü boyunca büyük bir merak ve taharrî netîcesinde meydana getirdiği bu değerli kütübhâneyi muhterem ailesinin lütufkâr müsaadeleriyle ziyaret saadetine nâil oldum. Kütübhâneyi bir mûsikî kâ’besi gibi âdetâ tavaf ettim. Büyük Türk şâir ve mutasavvıfı Mevlânâ’nın “Bişnev ez ney” hitâbı odanın her tarafında, Boğaziçi’nin serin rüzgârlariyle beraber uçuşuyordu. Nâyî Osman Dede’nin, Itrî’nin, Dede’nin muazzez ruhları bir semâ’hâne ruhâniyetini alan bu odada ilâhî bir “mukâbele”de idiler. Safiyüddin Abdül-Mü’min ve Meragalı Abdülkâdir gibi, mûsikî nazariyatına ait bir çok eserler bırakan ve tarihin karanlıkları içine nağmeleri ile beraber karışan büyük üstadların bize kadar kısmen gelebilen mirasları bu kütübhânenin raflarında sıralanmıştı. Notalar, kitaplar, mûsikî âletleri bu odanın içinde bir konser salonuna yerleştirilmiş gibi intizam içinde idi; kulakla duyulmayan yalnız gözle görünen, ruhla içilen bir mûsikî ziyafetinde bir ilâhî fasıl dinliyor gibi idim.

Hayatı boyunca süren mûsikî münâkaşalarının istinad noktaları ve kullandığı ilim ordusunun ilim askerleri kitab cildleri arasından bakıyor gibi idiler. Binbir emekle toplanan bu eserler arasında neler yoktu? 

Kütübhânenin birinci kısmını matbû kitaplar teşkil ediyordu. Bu kitapların çoğu mûsikîmize aid olup bugün nüshaları kalmamış, (epusie) nâdir eserlerden idi. Kütübhânenin asıl ehemmiyet ve değerini el yazması kitaplar teşkil ediyordu; bu nefis el yazmalarını mukaddes bir emânet gibi huşû ile birer birer ziyaret ettim.”

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Monteverdi ne Verdi? 07 Ocak 2018 | 170 Okunma Türk aydınlanmasının müziği ve Arel-Ezgi sistemi 17 Aralık 2017 | 1.519 Okunma Dârulelhân Sempozyumu’ndan Arel Sempozyumu’na 10 Aralık 2017 | 165 Okunma “Çello bilen aşçı aranıyor” 03 Aralık 2017 | 174 Okunma Rauf Yektâ Bey’i nasıl harcadık ! 26 Kasım 2017 | 338 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar