“Haydi kızım, yıkılma haydi!”
“Rahmetli annem birimizi önüne birimizi de arka terkisine bindirerek kısrağı çaya sürdü...” Köyümüzdeki okula “kestirmeden gidelim” derken derenin karşı yokuşunda kara...
Köyümüzdeki okula “kestirmeden gidelim” derken derenin karşı yokuşunda kara saplanmıştık. Her adım attığımızda daha da batıyorduk. Hareket edemez hâle gelmiştik. Etrafta kimsecikler yoktu… Allah’tan üst taraftaki ana yoldan okula giden, kendi köylümüz Mustafa arkadaşımız bizim sesimizi duymuş. Koşa koşa gidip öğretmene; “Öğretmenim, dereden bir bağırma sesi geliyor” demiş. Öğretmen hemen hademeyi yanına alarak bize geldi. “Ağlamayın sizi kurtaracağız” diye seslendi. Güçlükle olduğumuz yerden bizi çıkardılar. Meğer girdiğimiz yer bir böğürtlen çalısıymış. İçinde kalan ayakkabılarımızı da alarak bizi okula getirdiler. Yanan sobanın başına oturttular. Biraz sonra bizde bir acı sızı başladı ki tarif edemem. Hâlbuki bizi direkt sobanın yanına oturtmamaları gerekiyormuş... O sızı geçti ama hatırası hâlâ içimde... Yine bir hafta sonu için Ayvalı’ya gelmiştik. Mutat (alışılagelmiş) olan işleri annem yaptı. Pazartesi okula yetişmemiz lazım. Fakat akşamdan şiddetli bir yağmur yağdı. Toroslardan gelip Çukurova’ya uzanan bir çay var. Bu çay, yağmurlardan sonra taşkın bir sel ile dolar. O gün yine öyle oldu her zaman rahatlıkla geçip gittiğimiz çayın gürültülü akışı bize kadar geliyordu. Nasıl geçip gidecektik? Annem bizi çaydan geçirmeye karar verdi. Kır kısrağı palanladı. Palan atlara vurulan, kaşsız, enli, yayvan ve yumuşak bir çeşit eyerdir.