Nefes mi Buğday mı?

“Buğday” Türk sinemasında kırılma yaşatacak türden bir film. İnsanın içine düştüğü boşluğu, düşlerini, umutlarını, kırgınlıklarını...

“Buğday” Türk sinemasında kırılma yaşatacak türden bir film. İnsanın içine düştüğü boşluğu, düşlerini, umutlarını, kırgınlıklarını, acılarını tüm çıplaklığıyla gözler önüne seren Lars Von Trier ve Tarkovsky filmlerini andıran Buğday’ın önemli bir farkı; insanın kendi içinde yaptığı seyahati, özüne ulaşma çabasını “yalın” bir dille ve “adres göstererek” ortaya koymasıdır.

Lars’ın filmlerinden tanıdığımız -benim de çok beğendiğim- Jean Marc Barr’ı, Erol Erin rolünde izliyoruz. Erol’un “Yeni Yaşam Teknolojileri" denilen merkezin eski çalışanlarından biri olan Cemil Akman’la çıktığı yolculuğun konu edildiği filmde Cemil, "Genetik Kaos ve M Maddeciği" tezini ortaya atan bir profesördür.

Film; “Allah’ın yarattıklarını kesinlikle değiştirecekler”( Nisa 119) ayetinde de ifade edildiği gibi insanoğlunun din haline getirdiği “bilim” aracılığıyla yeryüzüne yaptığı müdahaleyi ve bu müdahalenin olası sonuçlarını hatırlatarak başlıyor. Barr’ın da dediği gibi aslında distopik bir dünyada yaşıyoruz. Bu sebeple film bir bilimkurgu olmaktan ziyade, bizzat içinde yaşamaya başladığımız felaketin yalın bir habercisi gibi.

Gen transferleri, ırklar ve türler arasında yenilerinin üretilmesi, yapay zeka, bir ilm-i ledün sırrı olarak “nebat”a yapılan müdahale, GDO’lu ürünler ve kaos! Bambaşka mekanik bir dünyaya doğru gidiyoruz. Filmde, her istediğini yaparak bizleri esir alma yeteneğine sahip olanların şehrinde( küresel sistem) işler pek yolunda gitmemektedir. Kuraklık, açlık, sefalet ve ölüm…

Allah, cennetten kovduktan sonra Âdem’e; “Topraksın ve toprağa döneceksin” der. Bu aynı zamanda bir öze dönüş yolculuğudur. Batı’nın (şehir) yaptığı, işte bu yolculuğa bir itirazdır, başkaldırıdır. Kendi olma yolunda gayret gösteren insanlara ve onların en derin duygularına kanca atıldığı ve onlarla acımasız bir şekilde oynandığı bu zalim dünyada Cemil Akman bir umut ve mürşit olarak belirmektedir.

Bilimden başka hakikat, mürşit tanımayan Erol’un Cemil’e / Cemil’le olan yolculuğu ve buna aracılık eden Andrei ( Yuşa). Kaplanoğlu çok sevdiği Tarkovsky’nin ismi olduğu için mi yoksa Rusların Türkiye’ye geldiklerinde sıkça ziyaret ettikleri Yuşa Tepesi’ne bir gönderme yapmak istediği için mi kullandı bilmiyorum ancak Yuşa, Hızır ile buluşmaya giden Musa’ya yoldaşlık eden biriydi. İsminin Andrei olması bana manidar geldi.

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Haydut Aileler; Rockefeller 13 Aralık 2018 | 1.637 Okunma Ezoterizm, Okültizm ve Newton 03 Eylül 2018 | 5.339 Okunma Eğitimde köklü reform şart 30 Ağustos 2018 | 440 Okunma İslam ve Değerleri Manipüle Ediliyor! 27 Ağustos 2018 | 324 Okunma Ruhu, aşk arındır 20 Ağustos 2018 | 2.302 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar