27 Nisan 2007 E-Muhtırası: Gece Yarısı Vesayetinin Dijital Tınısı
O Gece, O Ekran, O Bildiri27 Nisan 2007 gecesi Türkiye'nin siyasi tarihine bir yenisi daha eklendi.Ancak bu kez tanklar sokakta değildi; klavyeler sokaktaydı.Bir internet sitesinden yayılan bildiriyle, Türk Silahlı Kuvvetleri, demokrasinin kırılgan...
O Gece, O Ekran, O Bildiri
27 Nisan 2007 gecesi Türkiye'nin siyasi tarihine bir yenisi daha eklendi.
Ancak bu kez tanklar sokakta değildi; klavyeler sokaktaydı.
Bir internet sitesinden yayılan bildiriyle, Türk Silahlı Kuvvetleri, demokrasinin kırılgan camına parmak bastı.
Bir ülke sabaha karşı internette "elektronik muhtıra" kavramıyla tanıştı.
İronikti: Demokrasi tehdit ediliyor diye özgürlük bildirisi yayınlayanlar, bizzat demokrasiyi tehdit ediyordu.
Asker ve Siyaset: Eski Bir Tanıdık
Türkiye’de asker-siyaset ilişkisi, adeta ikili bir yönetim modeli gibiydi.
Biri görünürde seçilirdi; diğeri gölgede seçtirirdi.
Bu refleks, 27 Nisan’da klavyeye sıçradı:
"Özgürlük ve laiklik elden gidiyor!" söylemiyle yapılan çıkış, toplumun üzerine dijital bir sis bombası gibi çöktü.
Belli ki eski alışkanlıklar ölmemişti; sadece adres değiştirmişti.
E-Muhtıra ve Toplumsal Yansımalar
Muhtıra, "modernleşmenin bekçisi" olduğunu iddia eden bir zümrenin, modernitenin araçlarını kullanarak eski vesayeti sürdürme çabasıydı.
Bunu yaparken de ironik biçimde, çağdaşlık adına çağın en gerisinde kalıyorlardı.
Tıpkı eski bir mektubu e-posta ile yollamak gibi: içerik eskimişti, yöntem günceldi.
Bu süreçte kadınlar özellikle başörtülü kadınlar görünmeyen bir savaşın sessiz kurbanı oldular.
Başörtüsü, sadece kişisel bir tercih değil; ideolojik bir silah gibi sunuldu.
SanrOOOf kavramında ele aldığım yozlaşma ve sunroof tesettür…, burada da başörtüsü, modernizmin ölçüsüne göre 'ayarlanması gereken' bir görünüm haline getirildi.
E-muhtıra, özgürlük söylemi altında, kadının kıyafetini ölçmeye kalkan zihniyetin dijital manifestosuydu.
Ve yine kadının varoluşu, bir tartışma nesnesine indirgenmişti.
Psikolojik Etkiler ve Toplumsal Dalgalar
İnsanlar kolektif bir yılgınlığa sürüklendi.
Kimi sessizce boyun eğdi, kimi içten içe direndi.
Bir ekran, bir metin ve milyonlarca susturulmuş iç ses...
Basın ise bu süreçte özgürlük kavramının anlamını yeniden yorumladı.
Basın özgürlüğü, bazen en büyük sansürü kendi elleriyle inşa eder.
Medyanın bir kısmı bildiriyi meşrulaştırmaya çalışırken, halkın büyük bir bölümü kendi hafızasına yeni bir travma daha kazıdı.
Akademisyenler, gençler, işçiler, mühendisler, öğretmenler, ev kadınları; herkes farklı bir pencereden baktı, ama aynı soğuk rüzgarı hissetti.
Özgürlüğün, sadece belli kesimlere ait bir lüks olduğu algısı, yeniden güç kazandı.