Türkiye hangi İran olmakta?

Birkaç gündür İran’da cumhurbaşkanlığı seçimi üzerine haber ve değerlendirmeleri okurken efkâr bastı içimi. Özellikle de Ceyda’nın (Karan) bu gazetede, tarihsel perspektifi de özlüce...

Birkaç gündür İran’da cumhurbaşkanlığı seçimi üzerine haber ve değerlendirmeleri okurken efkâr bastı içimi. Özellikle de Ceyda’nın (Karan) bu gazetede, tarihsel perspektifi de özlüce içeren güzel yazısı (“İran seçimleri bıçak sırtı”, 19 Mayıs 2017) tetikledi bunu.
1979’daki devrimden bu yana 38 yıl geçti. O dönem biz Türkiye’de “sağ-sol davası” diye basitleştirilen, ama aslında dünya ölçeğinde ABD ile SSCB arasında süren “Soğuk Savaş”ın sıcak zemini olmaktan kaynaklı ve günde 20 kişinin öldüğü bir alacakaranlıktaydık.
Aslında İslami devrim de aynı Soğuk Savaş’ın İran’daki sıcak zemininden bir “çıktı”dır.
Buna bağlı olarak İran İslam Devrimi’nin bize yansımasında bazı ilginç kafa karışıklıkları söz konusu olmuştur. Mesela o dönem bizim mahallede bir “devrimci” arkadaşın, “Yahu bu Humeyni iyi hoş ama çok da gerici birader” sözünü hiç unutmam!..
Ankara’nın bir mahallesinde devrimci mücadele veren sosyalist bir genci bu değerlendirmeye sevk eden, İran’daki devrimin “antiemperyalist” mahiyeti idi.
Devrim, açık bir şekilde Batı kapitalizminin Ortadoğu’daki hegemonyasına, üstelik onun kalesi addedilen bir ülkede, adeta bir “Müslüman İsrail” konumundaki Pehlevi İran’ında darbe indirmişti.
ABD belki komünist parti TUDEH’in İran’daki devrimci ayaklanmada giderek ön almasından ürkerek; belki bunun Sovyetler’den yana bir kazanım üretmesinden korkarak; belki de “ehveni şer” niyetine Humeyni’ye hayır dememişti, ama sonuç ortadaydı: Devrim sonrasının en gözde sloganı, “Merg Ber Amerika” (Amerika’ya ölüm) idi.
İran’daki devrimle İslamcılık, dünya tarihinde gerçek anlamda hayata geçti. Kapitalizm ve sosyalizm karşısında, her ikisine de olumsuz bakan bir “3. Yol” olarak... Ve bu iki sisteme uyarlı, özellikle de ABD-yanlısı monarşilerle yönetilen İslam ülkelerine karşı da bir kitlesel mobilizasyona öncülük ederek...
Elbette İslami devrim, Şah’a ve Amerika’ya karşı muazzam kitlesel ayaklanmada kendisiyle paydaş olan solcuları da sonrasında (liberallerle, ulusalcılarla birlikte) acımasızca, gaddarca, vicdansızca ezdi ve eritti İran’da. O yüzden Ceyda’nın yazısında belirttiği gibi bugün ülkede siyasi mücadele dış dünyayla diyalog ve yakınlaşmadan yana “post-İslamist” ılımlı/reformcu kanat ile hâlâ dışa kapalı ve kuşkucu İslamcı radikal/ muhafazakârlar arasında seyrediyor.

***

Türkiye’de İran devrimine ilk tepki sol bünyede yukarıda da örneklediğim üzere biraz ikircikli olmuştur ama bu kısa sürdü. Özellikle de 12 Eylül 1980 darbesi sonrası süreçte bambaşka bir algı öne çıktı.
Darbecilerin solu ezerken belirebilecek bir kitlesel mukavemet kaygısıyla “dalgakıran” niyetine İslami söylem ve pratiğe prim vermesiyle, “Türk-İslam Sentezi” resmi-ideolojisi eşliğinde 1980’lerin sonuna doğru “Türkiye İran mı oluyor” sorusu sorulmaya başladı. Ya da bu soruya karşılık olarak “Türkiye İranolmayacak” şeklinde yükselen bir toplumsal hassasiyet belirdi.
Şimdi bu hassasiyet, 15 yıllık AKP dinbazlığı ile titreşim içinde bol bol güncellenmekte. Hatta 1980-90’larda o korkulanın başa geldiği, Türkiye’nin artık İran olduğu dahi ileri sürülebiliyor.

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Kalacak bir türkü söyler gideriz 10 Eylül 2018 | 3.891 Okunma Kovboylar yetmez, kotu da yasaklayın! 05 Eylül 2018 | 3.534 Okunma Betona tapanların mabedi yapıldı 03 Eylül 2018 | 3.672 Okunma Bir insanlık ibadeti: Cumartesi Anneleri 20 Ağustos 2018 | 154 Okunma ‘Eşkıya’nın namusu Deniz’den soruldu! 15 Ağustos 2018 | 2.555 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar