40 yıl

Dün gece liseden mezun oluşumuzun 40. yılını kutladık. Yaşadığımız zaman bitmek bilmez gibi gelen, geriye dönüp baktığımızda nasıl geçip gittiğini anlamadığımız kırk...

Dün gece liseden mezun oluşumuzun 40. yılını kutladık. Yaşadığımız zaman bitmek bilmez gibi gelen, geriye dönüp baktığımızda nasıl geçip gittiğini anlamadığımız kırk yıl. Dile kolay. Biz henüz hile hurda karışmamış üniversite sınavlarına girdiğimizde 40 milyon olan ülke nüfusu neredeyse ikiye katlandı. O zamanlar Türkiye nüfusunun ortanca yaşı bizim yaşımızdan yüksekti, şimdi biz o sayının iki katı bir yaştayız. O kırk yıl sırasında doğanlar ülke nüfusunun yarısından fazlasını oluşturuyor, bizse yüzde 4’e inmişiz.
Çalkantılı bir dönemde okumuştuk. Okula başladığımız 1972 yılında 12 Mart’ın sert rüzgârı hâlâ esiyordu. Ecevit’in “umudumuz” olduğu, başkanlığını yaptığı CHP’nin 1973’ün Ekim ayında yapılacak seçimlerden sonra “tarihi yanılgıyı” düzelteceğiz diye Necmettin Erbakan’ın Milli Selamet Partisi ile koalisyon kurduğu dönemdi. MSP af kanunu sırasında kendisine yakın olanların mahpustan çıkmasına oy verip sıra solculara geldiğinde yan çizerek ortağına ilk kazığı atmıştı.
Üçüncü yılımızda ülkenin kana bulanmasında büyük sorumluluk taşıyan Milliyetçi Cephe hükümetlerinin ilki kurulmuştu. Üzerimize inen karanlığı, okulun korunaklı ve güzelliklerle dolu ortamında bile hissediyorduk. Ama bunlar henüz bizim keyfimizi kaçıracak, umudumuzu törpüleyebilecek konular değildi. Gelecek sonuçta bizimdi.
Sağcısı ve solcusuyla pekçoğumuz birey olarak kamusal sorumluluk taşıdığımıza emindik. Gerçi bazı arkadaşlarımızın hiç de öyle kaygıları yoktu elbette. Siyasetle ilgilenenlerin çoğu aslında son tahlilde milliyetçiydi, hemen herkes bir şekilde üçüncü dünyacıydı. Naifçe de olsa, daha iyi bir dünyanın kurulabileceğine dair inanç güçlüydü.
Bizim sınıftan olsun diğer sınıflardan olsun bu sorumluluk duygusuyla o günlerin anaforuna kendisini kaptıran, farklı hareketlerde öne çıkan arkadaşlarımızın sayısı da küçümsenmeyecek düzeydeydi.
Ermeni meselesinin toplumsal bilince ilk kez Asala cinayetleriyle yansımaya başladığı, önce ABD’nin zoruyla 12 Mart askeri rejiminin koyduğu afyon ekim yasağının kalkması, ardından Kıbrıs harekâtının heyecanıyla bağımsızlık ağıtları yakılan bir dönemdi. Henüz 1975-2000 arasına damgasını vuracak cinnet hali, 5000 faili meçhul (aslında hiç de meçhul olmayan) cinayet gündemimizde değildi. Kendimizi ve yaşadığımız ülkeyi anlamaya çalışıyor, diğer yandan da Çiçek Pasajı’nda, Özdemir Asaf’ın Bebek’teki barında ya da benzer yerlerde demleniyorduk.

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Alternatifler ne kadar gerçekçi? 12 Ağustos 2018 | 515 Okunma Veda ve teşekkür 05 Temmuz 2018 | 3.913 Okunma Bir seçimi kazanmak ya da bugünler için La Bamba 04 Temmuz 2018 | 4.811 Okunma NATO'nun belirleyici rolü 01 Temmuz 2018 | 174 Okunma NATO 30 Haziran 2018 | 270 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar