Köy tatili-2

O yıllarda şimdi olduğu gibi Ramazan uzun yaz günlerine denk gelirdi. Oruç tutmayı yetişkinliğe atılan bir adım olarak gördüğümden tam tekmil tuttuğum ilk Ramazan ayında dokuz yaşındaydım. Şimdi...

O yıllarda şimdi olduğu gibi Ramazan uzun yaz günlerine denk gelirdi. Oruç tutmayı yetişkinliğe atılan bir adım olarak gördüğümden tam tekmil tuttuğum ilk Ramazan ayında dokuz yaşındaydım. Şimdi düşününce inanılmaz gelse de ondan önceki senelerde de sahura uyanabildiğim her gece tüm itirazlara rağmen niyet ederdim. Annem yapılacak işlerin, ben annemin peşinde, hayat aynen devam ettiğinden; uykuya tutturmazdım orucu. Sabah erkenden yarım saatlik mesafeyi yürüyerek gittiğimiz bahçede, güneşin bağrında öğle sonuna kadar çalışıp yine yürüyerek köye döndüğümüzde, altınoluk dediğimiz çeşmenin buz gibi suyunda yüzümü yıkardım. 

Evde elektriğin olmadığı bir zaman dilimi bahsettiğim. Gaz lambasının ışığında, uyku öncesi, annem tüm yorgunluğuna rağmen masallar hikayeler anlatmayı ihmal etmezdi. Evlerde su yoktu, köy çeşmesinden taşıma suyla sürerdi hayat. Bulaşık, çamaşırın elde yıkanmasının yanında ihtiyaç olan suyun eve taşınması ciddi bir işti ve sorumluluk bana aitti. Atalarımız taşıma suyla değirmen dönmez dese de annem çamaşırı, köylünün ortak kullanım alanı çamaşırhanede yıkamaya sıcak bakmazdı. Kirlerimizden arınırken ruhumuzu kirletmeyelim derdi, dedikodudan uzak durmanın imkansızlığının altını çizercesine.  

Annem elektrik hariç bir evin tüm işlerinin üstesinden gelebilir. Bazen neden elektrikten anlamıyorsun anne diye takılıyorum, çocukluğumda elektrik mi vardı kızım, evlenip İstanbul’a gittikten sonra elektrikle tanıştım diyor. Bakarak görerek gözlemleyerek öğrenmeyi annemden öğrendim ben; ama yapabildiklerim annemin yaptıklarıyla sınırlı. Ortaokulda ev ekonomisi/ iş eğitimi diye haremlik selamlık olmasaydı dersler ya da isteyen kızlar da iş eğitimi dersi alabilseydi diye düşünürüm zaman zaman. 

Üniversite sonrası, aktif iş hayatı boyunca yaz aylarını İstanbul’un neme teslim ikliminde yaşadıktan sonra; 2000’li yıllarla birlikte yılı ikiye ayırıp altı ayı köyde altı ayı şehirde yaşamaya başladım. Şehir hayatından kaçmak için, köy evinin serinliğine meftun olduğum için değil. Muamma’nın bilim kurgu havasında başlayan ilk bölümünü, teknolojiden uzak derin bir sessizliğin hüküm sürdüğü köyde yazmak için de değil! Annemle daha çok vakit geçirebilmek, hayatını kolaylaştırabilmek, yirmi yıl önce dağ tepe bayır taş içinde olan araziyi ıslah edip fidanları ağaçlara dönüştürürken yardımcı olabilmek için. Teknolojinin gelişmesi, gelişirken ucuzlaması ve ulaşılabilir olması en çok bu açıdan memnun etmiştir beni. İçine dünyayı sığdıran bilgisayar internet ikilisi zaman mekan sınırını ortadan kaldırdıkları, nerede olduğunuz fark etmeksizin dünyaya açılan pencere görevini başarıyla yerine getirdikleri için.

Yazıyı tamamladıktan sonra annemlerle fidanlığa gideceğiz. Bir dağ köyünde yaşamalarına rağmen teknolojinin nimetlerinden kendi imkânlarınca yararlanan annem babam, Tarım TV’de görüp bizim de olmalı diye düşündükleri fidanları telefon marifetiyle sipariş verip, baharın ilk günlerinde toprakla buluşturdular. 40 adet bebeğimiz var. Evet fidanlar bebek gibi bakım ve yakın alaka istiyor. Özellikle kurak ve sıcak geçen yaz aylarında neredeyse her hafta sulanmaları gerekiyor. İtiraf etmem gerekirse kış boyu gözümde büyüdü, bahçenin en uzak köşesine diktikleri onlarca fidanın bakımı. Ama öylesine heyecanlılar öylesine aman kızım bu da iş mi havasındalar ki utanıyorum düşüncelerimden.

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Başkasının ölümü 11 Ocak 2018 | 270 Okunma Geleceğe ne kadar hazırız? 07 Ocak 2018 | 104 Okunma Zihin körleşmesi 21 Aralık 2017 | 190 Okunma Diziler yerli mi? Tartışılır ama yersiz uzun! 17 Aralık 2017 | 177 Okunma Hikâye açığı 14 Aralık 2017 | 163 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar