İstanbul’a neler oldu?

Geçtiğimiz Salı günü yazdığım, İstanbul’da Neler Oldu başlıklı yazıda https://www.yenisafak.com/yaza... Refah Partisi’yle başlayıp AK Parti ile devam eden; 1994 yılında Erdoğan tarafından...

Geçtiğimiz Salı günü yazdığım, İstanbul’da Neler Oldu başlıklı yazıda https://www.yenisafak.com/yaza... Refah Partisi’yle başlayıp AK Parti ile devam eden; 1994 yılında Erdoğan tarafından başlatılan, daha sonra AK Partili diğer Başkanlar tarafından devam ettirilen belediyecilik anlayışını değerlendirmiş ve bu dönemde İstanbul’u hemen tamamen kapsayan bir standartlaşma sağlandığını söylemiştim. Hem mimari olarak eşitlenme, hem de şehir sakinlerine sunulan hizmetlerin sadece merkeze değil, çevreye de eşit şekilde dağıtılmasının demokratik bir adım olduğunu ve aynı zamanda yoksul kitlelerin gönlünü aldığını söylemiştim. 1994’ten bu yana inkıtasız devam eden başarının sırrı bu.

Öte yandan bu durumun da bir diyalektiği var; yapılan işlerin bazı öngörülmeyen sonuçları oldu, oluyor. Bunlardan birincisi, depreme karşı güvenlik tedbiri gibi faktörler bir yana, mimari açıdan kentin görüntüsünü eşitlemeyi ve güzelleştirmeyi de içeren kentsel dönüşüm; ortaya çıkan rant nedeniyle dönüşüm yapılan yerlerin “soylulaştırılması”na ve dönüşüm bölgesinin eski sahiplerinin yerinden edilmesine neden oldu. Bu durumun sosyolojik sonuçları var. Nitekim Fikirtepe’de, Tarlabaşı’nda, Maltepe’de yaşanan ve haberlere konu olacak boyutlara gelen kavgalar; 2010’lu yıllarda üzerine yüzlerce köşe yazısı yazılmak zorunda kalınacak derecede büyüyen Tophane olayları, medyada sık sık yeralan Sulukule örneği bu minvalde şeylerdi…

Çünkü kentsel dönüşümle ortaya çıkan durum, ecnebilerin gentrifikasyon dediği soylulaştırmaydı; yani yeni inşa edilen binalara gelir düzeyi görece yüksek, farklı yaşam tarzına sahip olan sınıfların yerleşmesi, bu sınıfların semtin eski sakinleriyle yaşadığı uyum sorunu ve elbette eski sakinlerin ekonomik güçlerini aşacak derecede pahalanması nedeniyle semtlerini terk etmek zorunda kalması… Yani, temel gerekçe güvenlik olsa da vatandaşın imkanlarını eşitleme gibi bir amaca da matuf olan çalışmalar, yeni ayrılıklara neden oldu; eskileri yerinden edip şehrin periferisine itme sonucunu doğurdu.

Aynı şekilde, herkesin şikayet ettiği dikey yapılanma da, haklı estetik itirazların yanı sıra, İstanbul’un yeniden gettolaşmasına, sınıfların birbirinden kalın duvarlar, yüksek çeperlerle ayrışmasına neden olan temel sorunlardan birini oluşturdu. Doğrudur modern zamanlarda, kültürel olarak global sistemin bir parçası olmuş; ekonomik olarak küresel ağın bileşeni haline gelmiş büyük metropollerde şehir merkezleri gökdelenlerle doludur ve İstanbul da bundan beri değil. Öte yandan bizdeki yüksek bina aşkı sadece Levent’le sınırlı değil; Kartal’ından Başakşehir’ine dek başınızı ne yana çevirseniz, 20 ya da 30 kattan aşağısını çok az görebileceğiniz binalarla dolu her yer.

Her kültürün mimari bir kimliği vardır; ABD verandalı evleriyle, İngilizler bahçe detaylı yapılarıyla, Fransızlar dikey kesimli gotik evleriyle, Avrupa’nın pek çok halkı, ölçülü bir dünyevi tarz yakalayan yan yana duran birkaç katlı mütevazı yapılarıyla tanınır. İtalya’nın mimari tarzı estetikle, sanatla doludur; Güney Amerika’da ise genel olarak barok tarz hakimdir.

Bu anlamda zengin bir kültürel mirasın üstünde oturan Türkiye’ye baktığımda ise gördüğüm tek şey; mimari açıdan ruhsuz, hiçbir şeye benzetemediğim, şaşırtıcı ve cazip bir özelliği olmadığı gibi, boğan bunaltan bir kakofoni oluyor. Gökdeleninde de aynı durum sözkonusu, iki katlı betonarme konutunda da… Eklektik kıvamın tutturulması postmodern bir tarz sayılabilir ama o da yok; tamamen bir tuhaflık hali.

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
“Keşke bir ömrü daha adasam bu yola” 04 Eylül 2019 | 278 Okunma “Başörtüsünü kitlelere yaymak için Rabbim’e dua ettim” 30 Ağustos 2019 | 2.596 Okunma Emine Bulut cinayetinin gösterdiği 28 Ağustos 2019 | 2.270 Okunma Yanan ormanlarımız 23 Ağustos 2019 | 161 Okunma Gençlerin göçü 16 Ağustos 2019 | 463 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar