Amansız hastalık

Nuray Hafiftaş öldü, Allah rahmet eylesin. Medyadan öğrendiğimize göre, ünlü türkücü, kendisi vefat ettikten sonra tanıdığı herkesin tek tek aranarak helallik alınmasını istemiş, bunun için...

Nuray Hafiftaş öldü, Allah rahmet eylesin. Medyadan öğrendiğimize göre, ünlü türkücü, kendisi vefat ettikten sonra tanıdığı herkesin tek tek aranarak helallik alınmasını istemiş, bunun için kuzeni Talip Topçu’yu görevlendirmiş. Bu, hem şaşırtıcı, hem de Hafiftaş’ı topluma daha yakın kılan bir detay olarak kayıtlara geçti. Zira, helallik alma kültürü, hem dini, hem geleneksel kodlarımızda yeralan bir ritüel ve zaman içinde toplumun sadece alt katmanlarında işlerlikte kalabilen, toplumun üst tabakalarında ise seküler gelenekselleştirmeler yüzünden görünmez kılınmış, çoğunlukla yitirilmiş bir âdet.

Aslında helallik alma bir “ahiret”in varlığına olan inancın göstereni ve Türkiye’nin Batılılaşma serüveninin -kimisi için tartışmalı olan, kimisi için olmayan- içerdiği bileşenler nedeniyle; bazı ünlüler, elitler, sekülerler arasında pek de yaygın bir veda biçimi değil.

Ama Türk Halk Müziği sanatçılarının bazıları böyle sahiden; icra ettikleri müziğin tam da halkın kalbinden çıkması, onları halkın inanma ve yaşama biçimine yaklaştırıyor; ya da tam tersi oluyor. Bazı türkücüleri, ses tonları ve gırtlak yapıları kadar ortalama halkın pratiğinden farklı olmayan yaşam biçimleri, halkın müziğine yakın kılıyor. Bilemiyorum.

Mühim de değil; mühim olan Nuray Hafiftaş’ın kansere yenik düşmesi ve görece genç bir yaşta, 53’ünde bu dünyadan ayrılmış olması. Üzücü ama buz gibi gerçek olan şu; kanser hastalığı, sayısı çok olmayan talihli örnekleri dışarıda tutarsak, genellikle tıbbın tedavide büyük oranda başarı sağladığı bir hastalık değil. Tedavinin ardından, yalancı bahar gibi kısa bir sevinç dalgası yayarak iyileşme emareleri gösterdikten kısa bir süre sonra, tıpçıların “metastaz” dediği; başka bir organda yeniden ortaya çıkarak hastayı ölüme sürükleyen bir illet.

Ünlü sosyolog Parsons, hastalıklarda iyileşme sürecinin sadece bir sistem meselesi olduğunu, bu sistemin bilim olduğu kadar, sihir ya da din de olabileceğini söylerken haklıydı belki de. Sistemin meşruluk kazanmasının tek yolu tedavinin başarılı olması. Başarılı olamamak demek meşruiyetin sorgulanması demek. Bilim ve tıp, kanser konusunda biraz da bu halde. Bir tedavi yöntemi olarak “kemoterapinin” çoğu kişi tarafından meşru görülmemesinin ve reddedilmesinin nedeni de bu. Sonuçta, tıp ve bilim, kanser konusunda bilgi eksikliğiyle suçlanıyor, çünkü kanser genellikle tedavi edilemiyor.

Kanserle savaşırken; “morali yüksek tutmak”, “umutlu olmak” gibi; Batı tıbbının bilimsel bulmayacağı bir tavrın geliştirilmesinin nedeni de aynı. Bilimin bulamadığı cevabı, bilimsel olmayanda aramak. Ve placebo etkisinden medet umarak, hastaların tedavinin etkisinden çok iyileşmeyi istedikleri için iyileştiklerini düşünmek, buna inanmak, böylelikle iyi hissetmek. Kanser hastalarına iyi hissettirmek. Aslında, bilime değil yani sihre inanmak.

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
“Keşke bir ömrü daha adasam bu yola” 04 Eylül 2019 | 278 Okunma “Başörtüsünü kitlelere yaymak için Rabbim’e dua ettim” 30 Ağustos 2019 | 2.596 Okunma Emine Bulut cinayetinin gösterdiği 28 Ağustos 2019 | 2.270 Okunma Yanan ormanlarımız 23 Ağustos 2019 | 161 Okunma Gençlerin göçü 16 Ağustos 2019 | 463 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar