Savcı ve hakimi neden halk seçmesin?
Pazar günü yazmıştım. Son gelişmelerle daha açık yazabilme imkanı doğdu. Fatih Altaylı’nın cezaevinden videolarına devam ettiği için tahliye edilmediği davayı iyi kötü takip eden herkes...
Pazar günü yazmıştım. Son gelişmelerle daha açık yazabilme imkanı doğdu. Fatih Altaylı’nın cezaevinden videolarına devam ettiği için tahliye edilmediği davayı iyi kötü takip eden herkes tarafından konuşuluyordu. Kimse tutukluluk halinin devamına gerekçe olabilecek, kaçma delil karartma şüphesinden bahsetmiyordu bile. En azından insanlar süreci böyle okuyor.
Altaylı cezaevine girdiğinden beri içeriden mektuplar yazıyor, sağ kolu Emre bu mektupları seslendiriyor, bu ses Altaylı’nın boş koltuk görüntüsünün üzerinde akıyordu. Boş koltuk milyonlarca izlenme aldı. Altaylı, tutulduğu hücreden kulis haberleri yaparak gündem yaratmayı da başardı.
Sistem güçlü muhalefet ve muhalif figür sevmiyor. Muhalif gazeteci var olabilir ama kumda oynasın, kendi çevresinde izlensin, erişimi etkisi sınırlı kalsın istiyor. Sınırları aşınca tehlike çanları çalıyor.
Altaylı gibi dijital medya üzerinden yayıncılık yaparak mesleğini icra etmeye çalışan birisi olarak her gün yeni kırmızı çizgilerle test ediliyoruz. Allah hepimizin yardımcısı olsun. Zira içine girdiğimiz bu statükodan çok da geri dönüş de göremiyorum.
***
Türkiye’de yargı ve düz vatandaş ilişkisi hep netameli oldu. Yargı ne kadar tarafsız ne kadar bağımsız, tartışmalı olmadığı dönem yok gibi. Ezelden beri “hakim ve savcı”nın refleksi devletin tarafını tutmak. Devletle ihtilafa düşen vatandaşın vay haline durumu hep olageldi. Şimdi “Türk Tipi Başkanlık Sistemi”ne geçildiğinden beri mesele vatandaş için iyice acıklı bir hal aldı. Devlet ve hükümet iç içe geçti. Hükümet de önemsizleşti, tek kişi ve etrafındaki seçilmemiş bir zümre devletin vücut bulmuş hali gibi bir statü kazandı. Siyaseten farklı düşünen vatandaş, yayıncı vb. direk devlet düşmanı muamelesi görüyor.