Gerçeğin inadı

Cemal Kaşıkçı cinayeti, araştırması baştan beri dünyanın gözü önünde cereyan eden benzersiz bir vaka oldu. Böyle olduğu için geçiştirilmesi veya örtbas edilmesi veyahut da gerçeğin...

Cemal Kaşıkçı cinayeti, araştırması baştan beri dünyanın gözü önünde cereyan eden benzersiz bir vaka oldu. Böyle olduğu için geçiştirilmesi veya örtbas edilmesi veyahut da gerçeğin bir kısmıyla yetinilmesi imkansız hale geldi. Yani, Suudi Arabistan’ın ölümü kabul edip ardına başka senaryolar eklemesi bir anlam ifade etmiyor. Rejim politikalarına muhalif bir gazeteci konsolosluk binasında öldürülmüşse bunun siyasi infazdan başka anlamı olamaz. Ne kavga ne dalaşma ne de başka bir şey cinayeti izah edemez.

Meselenin kritik noktası da baştan beri budur. Bir gazeteci ve düşünce insanı hakkında infaz emrinin kim tarafından verildiği sorusu… Nasıl konsoloslukta ölüm adi bir gerekçeye bağlı olamazsa, ölüm emri de Suud devleti içinde bir grubun veya kendi başına iş yapabilme kapasitesine bir çetenin işi olamaz. Bunu sadece çıplak gözle yapılan tahminden anlamıyoruz. Daha ilk andan itibaren Suudi Arabistan yönetiminin olaya bakışından ve bir kılıf aramak için gösterdiği çaresiz çabadan da anlaşılan budur. Suudi yönetimi Kaşıkçı’nın öldürüldüğünü saniyesinde biliyordu ama bunu açıklamak için bile 17 gün beklediler. Geçen iki haftada dünyanın ve Türkiye’nin olayı görmezden gelmesini veya küçümsemesini umdular. Fakat, tam tersine her geçen saat olay büyüdükçe, yeni bilgiler ortaya çıkınca ve soruşturma cinayeti kesinleştirdikçe bu kez kaçınılmaz olanı yapmak zorunda kaldılar ve ölümü doğruladılar. Ne var ki Kaşıkçı’nın öldüğünün anlaşılması için buna gerek yoktu… Herkes zaten gazetecinin konsolosluğa yürüyerek girip canlı çıkmadığını biliyordu.

***

2 Ekim’den beri yaşanan süreçte Türkiye de soğukkanlı bir iletişim izleyerek meselenin dünyaya mal olmasını sağladı. Her geçen gün Suudi rejimini biraz daha cinayetten sorumlu hale getirdi ve oklar bizzat Saray’ı gösterir hale geldi. İnfaz emrinin en azından veliaht prens düzeyinde verildiği anlaşıldı. Nitekim, bu kanaat nedeniyle, yakın zamana kadar Suudi yönetimiyle ilişki kurma yarışına giren devletler ve şirketler de birer birer Riyad’a telefonlarını kapattılar.

Bu tabloda velihat prensin siyasi geleceği görünmüyor. Bütün açılım ve yenilenme çabaları da aslında kural tanımaz bir despotluk ve vahşetin perdesi olarak yaftalandı. Cemal Kaşıkçı bir bakıma sağlığında anlatmaya çalıştığı gerçeği, canı pahasına dünyaya göstermiş oldu. Bir rejim yalan, despotluk, hukuksuzluk ve cinayetle dünyaya şirinlik maskesi arkasında pazarlanamaz. Veliaht, bir gazeteciyi infaz ettirirken aslında kendi kurgusunu infaz ettirmiş oldu. Elinin ağırlığını gösterip korku salmak uğruna ülkesine ve halkına da uzun yıllar unutulmayacak bir utanç yaşattı.

Bundan sonra ne olabilir?

Cinayet yeri olarak İstanbul’un seçilmesinde bir beis görülmesi Türkiye’ye bütün ülkelerden daha çok öfkelenme hakkı veriyor. Suudi Arabistan yönetiminin Türkiye’den özür dilemesi ve olayda rolü olan bütün sorumlular hakkında Ankara’nın denetimine açık bir cezalandırma yoluna gitmesi şarttır. Bununla birlikte uluslararası hukukun elverdiği ölçüde; cinayeti bizzat işleyenlerin hem suçüstü hükmü hem de konsolosluk binası dışında da suça devam ettikleri gerçeği uyarınca Türkiye’de yargılanması da talep edilmelidir. 

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Himmete muhtaç 20 milyon insan... 18 Mart 2024 | 562 Okunma “Hâl hatır soracak kadar Kürtçe’nin” faydaları… 16 Mart 2024 | 589 Okunma Türkiye, Gazze konusunda neden çaresiz? 14 Mart 2024 | 812 Okunma Hiç olmaması gereken bir ötekileştirme ‘dem’leniyor 11 Mart 2024 | 894 Okunma İktidar, ‘uçmak’ yerine sadece 9/5 mesai yapsaydı bugün ne olurdu? 09 Mart 2024 | 734 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar