Kardeş kavgası olmasın

Son yarım asrımızda İslam ümmeti olarak, savaşla yatar, savaşla kalkar olduk. Bırakın ölen canları, sakat kalan insanları, yitip giden milyonları, dul ve kimsesiz kalan anneleri, yetim yavruları, adeta yapılan...

Son yarım asrımızda İslam ümmeti olarak, savaşla yatar, savaşla kalkar olduk. Bırakın ölen canları, sakat kalan insanları, yitip giden milyonları, dul ve kimsesiz kalan anneleri, yetim yavruları, adeta yapılan savaşları sayamaz olduk. Bir o kadar da iç ve dış mihraklarca içimizden türetilen terör örgütleri ve onların hain ve kalleş saldırıları da cabası… Artık ümmetin kayıplarının çeteleleri tutulmuyor. Yıkılan şehirlerin, harap olan ülkelerin, hicretlerin mülteci kamplarının çilelerinin zaten hesabı yok…

Özellikle ikinci körfez savaşından bu yana devam eden savaşlara bakalım. Şöyle veya böyle olup bitenler, kardeş kavgası ve akan kan Müslüman kanıdır. Ölen yüz insandan 1’i gayrı Müslüman olsa, geri kalan 99 u Müslümandır. O ölen bir kâfir de, olsa olsa bölgede bulunan ajanlardan olup herhangi bir kaza bela sonucu telef olmuştur. Sıcak çatışmaya girmiş değildir. Çünkü düşman bizim yumuşak karnımızın tefrika olduğunu çok güzel keşfetmiş. Bizi birbirimize düşürüp kendisi geride seyredip sadece parsayı toplamaktadır.

İşte tüm bu keşmekeşler içinde, Fırat kalkanından sonra İdlib’e de harekât başladı. Keşke ümmet coğrafyasını ölüm tarlalarına çeviren bu savaşlar olmasaydı. Ama temenniler nafile… Aramızdaki tefrika öylesine derinleştirilmiş ki, konuşup anlaşmak imkânsız gibi. Bunun en büyük sebebi de birbirini besleyen ve gittikçe karşılıkları kin ve düşmanlıkları daha bir keskinleşen iki tekfirci akımdır. Şia ve selefilik ismini kullanan tekfirci haricilik.

Bu iki akım görünürde birbirleriyle kanlı bıçaklı ve ezeli düşman gibi görünseler de aslında aynı karanlık odakların ürettikleri piyonlardır. Tabi bunlar sadece kendilerini Müslüman, kendilerinden başkalarını ise kâfir ve mürted gördüklerinden konuşup anlaşmak adeta imkânsız olmaktadır. Çünkü onlara göre mürtedlerin tümü kâfirlerin işbirlikçileridirler. Dolayısıyla onların uyarı, ikaz, nasihat veya anlaşma teklifleri ihanet olarak görünmektedir.

Hadi Şia ile tekfirci vahhabiye tamamen farklı gibi görünmekte ve anlaşmaları mümkün değil. Ama aynı selefilik kaynağından gelen akımların anlaşmaya hiç yanaşmamaları nasıl izah edilebilir. Bu akım önce Deaş ve Nusra diye ikiye ayrıldı. Sonra Nusra kendi arasında irili ufaklı kısımlara ayrıldı. Ayrıca selefilik ismini kullanan daha başka gruplarla beraber onlarca grup oluştu. Tabi ayrılıklar çoğaldıkça, anlaşmak da aynı oranda zorlaşmaktadır.

İdlip defalarca yapılan görüşme ve anlaşmalar sonucu güya çatışmasızlık bölgesi ilan edildi. Ancak Rusya, rejim ve İran ısrarla Nusra cephesini çatışmasızlığın dışında tuttu. Daha sonra Nusra cephesi kendini feshederek Feth-uş Şam adıyla faaliyet göstermeye başladı. Bununla kalmadı, büyük oranda Suriye kaynaklı yedi grupla birleşip ikinci bir isim değişikliğine gitti. Hey’etu Tahrir-iş Şam adıyla bilinen yeni cephe daha çok Suriye muhalif gruplardan oluşmaktadır.

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Batı virüsü bulaşan iflah olmaz 03 Eylül 2018 | 5.866 Okunma Oyununuzu Gördük Meydan Okuyoruz 27 Ağustos 2018 | 257 Okunma Bayramlarımız Gelecek Ama… 24 Ağustos 2018 | 3.423 Okunma Paylaşalım, barışalım, kaynaşalım 21 Ağustos 2018 | 2.321 Okunma Zalimler! Kaybedeceksiniz bekleyin… 17 Ağustos 2018 | 2.425 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar