Haklı olmaya haklısın hocam da o iş de o kadar zor ki
Cuma öğleden önce sosyal medyada bir post gördüm. Biri, çakma bir uzmana “36 yaşındayım, evlenemedim, ne yapmamı önerirsiniz?” diye sormuş. Uzman da “Allah’a şükredin ki evlenmemişsiniz, evlenip de ne olacak? Evlenmeyin sakın” falan diye geveliyor. Cuma hutbesinde de Diyanet’in konusu zina idi bu hafta. Hutbeyi “gençlerin evlenmesi lazım, evliliği güçleştirmemek lazım” niyazıyla bitirdi hoca. Ben de ister istemez “haklı olmasına haklısın hocam da o iş de o kadar zor ki” diye fısıldadım. Şunun adını
Cuma öğleden önce sosyal medyada bir post gördüm. Biri, çakma bir uzmana “36 yaşındayım, evlenemedim, ne yapmamı önerirsiniz?” diye sormuş. Uzman da “Allah’a şükredin ki evlenmemişsiniz, evlenip de ne olacak? Evlenmeyin sakın” falan diye geveliyor.
Cuma hutbesinde de Diyanet’in konusu zina idi bu hafta. Hutbeyi “gençlerin evlenmesi lazım, evliliği güçleştirmemek lazım” niyazıyla bitirdi hoca. Ben de ister istemez “haklı olmasına haklısın hocam da o iş de o kadar zor ki” diye fısıldadım.
Şunun adını yerli yerince koyalım: Türkiye’de evlenmek hem maddi hem de manevi bakımdan hatırı sayılır bir kâbusa dönüştü, dönüştürüldü.
Manevi tarafından başlayayım. Evlilik de tıpkı aile kurumu gibi çılgın tüketim düşüncesinin düşmanlaştırdığı bir kurum artık. “Gereksiz”, “çağdışı”, “zor” gibi kelimelerle tanımlanıyor artık evlilik. Kendi sorumluluğunu üstlenmekte zorlanan “alık birey”, iş, evlilik gibi diğerinin de sorumluluğunu almak zorunda olduğu bir gerçekliğe gelip dayanınca bütün masalardan kaçıyor. Büyükşehirlerde hâlâ ailesinin yanında birer “toplumsal asalak” olarak yaşayan 30 yaş kuşağının varlığının bize öğretmesi gereken ilk şey artık günümüzde insan tekinin hiçbir sorumluluğu üstlenmeye yanaşmaması gerçeği olmalı.
Şimdi ben bunu böylece söyleyince “ama ekonomik zorluklar” falan filan diyenler olacak. Yok öyle yağma. Zaten o sorumluluk tam da ekonomik zorlulukların getireceği yükü omzuna almakla da ilgili. “Sonsuz bir tüketim hırsına tutunarak yaşayan insan tekleri” olmamızın bir yolu da yalnız ve kırılgan insanlara dönüşmemiz. Ama bunu sonra uzun uzun konuşuruz nasılsa. Şimdi mesele başka.
“İnsan, insana hakikaten temas etmeden yaşasın da ne olursa olsun” fikrinin bizi götürdüğü toplumsal uçurumun farkına varmayı öneriyorum aslında. “Birlikte yaşamak” gibi, “takılıyoruz” gibi, “ya aslında biz birlikteyiz de adını koymadık daha” gibi kırılganlıklar üreterek her türden sorumluluktan (evet, hissediş manasında da böyle bu) kaçınan insanlar dünyanın sürdürülebilirliğini sağlayamazlar. Olsa olsa sefih bir hayatın kapısını aralarlar.
Gelelim işin maddi yanına. Aslında “evlenmek” çok zor bir karar da değil, çok pahalı bir karar da… Ama Türkiye’de evlenmek, “telafisi imkânsız bir maddi hasara” yol açmadan temin edilebilen bir şey değil artık. “Çocuklar kendilerine göre bir ev buldular, biz de eşya almalarına yardım ettik, nikah salonunda da evlendiler” diyebilecek anne-baba yok etrafta. “Yahu, ne olacak ki, bir beyaz elbise giyerim, nikah salonunda evleniveririz, geçer gider” diyecek kız hiç yok.
Takılar, düğün alışverişleri, çeyizler, “bunlar bir kere evlenecek” cümlesinin oluşturduğu korkunç israf düzeni, “dostumuz var düşmanımız var” cümlesiyle başlayan “görsünler” görgüsüzlüğü, “desinler” diye ipotek edilen hayatlar.
Anadolu’da bir delikanlıyla konuşmuştum da cebinden bir “talep listesi” çıkarmıştı bana. 1,5 kilogram tutan altın takılardan sonrasını okuyamamıştım öfkeden. Gelin adayının erkek kardeşinin düğünde giyeceği takım elbiseye kadar her şey yazılıydı listede.
O zaman şu. Zaten “gereksiz”, “lüzumsuz” bulunan evlilik kurumu; hele bir de evlenmek maddi olarak bu kadar zor olunca bir kâbusa dönüşüyor memlekette. “Gücümüz neye yeterse” diye çıkılan evlilik yolu, düğün sonrası 2-3 yıl borç ödeyen gencecik insanların varlığıyla son buluyor.
Boşanmanın da hâlâ “kadına pozitif ayrımcılık” kapsamında bunca zor olması da bir başka mesele tabii. Erkekler, ömür boyu nafaka ödeyecekleri bir düzlemde bulmak istemiyorlar kendilerini. Yahut çocuklarını haftada bir gün birkaç saat görmek istemiyorlar.
Ne yapmak lazım gelir peki? Aslında yapılacak şey çok basit. Bir zihinsel devrim yapmak, birkaç hukuki düzenlemeyi hayata geçirmek ve hayatının sorumluluğunu alıp bu sorumluluğu başkasıyla da paylaşabilen gençlerin yetişmesini temin edecek bir ajanda yürütmek.
Yapabilir miyiz bunları? Elbette hayır. Kendimizi kandırmayalım. Türkiye, bunları yapabilecek bir ülke değil. Artık değil.
O halde hiç olmazsa evlenmeyi teşvik edecek kurumlar oluşturmalı ve hiç olmazsa toplumun bir kısmını kurtaracak bir düzenek kurmak için gayret etmeliyiz. Peki bu “hiç olmazsa”yı başarabilir miyiz? O da zor ama diğeri kadar imkânsız değil. Hâlâ birazcık umudumuz olabilir yani.